Tanjevic Güncesi  

Posted by basketçi


Tanjevic’i geçmiş dönemlerdeki takımlarına baktığımda, yaşım itibarı ile üç kez Koraç kupasında final oynayan Stefanel Milano takımından hatırlıyorum. Usta koçu Milano ekibinin başında ilk gördüğümde; devamlı bağırıp çağıran, oyuncularını her an azarlayan fırçalayan sanki hiçbir şeyden memnun değilmiş gibi tavırlar sergileyen bir yapı içerisinde görmüştüm.
Takımın yıldız oyuncularından Fucka , Bodiroga ve Gentile gibi yıldız oyuncuların altyapısını kendi vermişti. Dolayısıyla bu oyunculara istediği gibi hükmedebiliyor ve en küçük hatalarında dahi sanki bıçak yemiş gibi titreyip yaralı aslan gibi üzerlerine kükrüyordu. Yalnız Warren Kid gibi değerli bir Amerikalı oyuncuyu da çocuk gibi azarlayınca bir yerde bir kopukluk oluyordu ve 3 kez üst üste gelinen finalde biride Efes Pilsen’e olmak üzere başlar önde 2.lig madalyası ile sahadan ayrılmak zorunda kalıyorlardı. Tanjevic’in en büyük başarısı ise İtalya ile yaşanılan Avrupa Şampiyonluğudur…
İtalya milli takımında da yine Fucka ,Meneghin gibi oyuncuları etkisi altına alıp De Pol gibi Mian gibi sınırlı kapasitede olup milli takıma belki de başka bir çalıştırıcının asla almayacağı oyuncular ile başarıya gitmişti. Tanjeviç; 3 numara pozisyonun da, daha önce nerdeyse hiç milli olmamış 2,02 boyundaki Alessandro De Pol ile rakiplerine fark yaratmıştı ve bu oyuncu üzerinde devamlı bilindik baskısını kurarak ona hep:
—Seni ben milli yaptım ve bu takıma aldım, sende benim dediklerimi harfiyen yap.
Mesajını veriyordu. De Pol’a bu mesajı verirken deli dolu guardı Pozecco’yu takıma almayarak bakın De Pol gibi bir adam milli takımda ama Pozecco yok mesajını da aynı anda diğer oyuncularına ileterek takımın tek bir patronu olduğunu da yine açıkça oyuncularına iletiyordu. (Bu arada Pozecco’nun Recalti döneminde de 2001 Avrupa şampiyonası için milli takıma alınmadığını belirtelim ama aynı Pozecco Amerika’ya gelenin ve de gidenin vurduğu dönemlerde Galanda ile beraber iyi bir tokat attığını da ekleyelim). Usta koç, Pozeco gibi üst düzey bir oyuncuyu kurban ederek Bonora gibi kısıtlı yeteneklere sahip bir oyuncuya oyun kuruculuğu teslim etmişti.
Bu arada söz De Pol’den açılmışken bir antrparantez açalım; De Pol gerçek anlamda İtalya milli takımının en önemli oyuncularından birisi idi, Tanjeviç 12 Dev Adam’ın başına geçtiği andan itibaren her an De Pol gibi bir adam aradı. Hatırlayın ilk geldiği dönem de o zaman Darüşafaka da oynayan şimdiki Beşiktaşlı oyuncu Cevher Özer 2004 yılında Amerika ile oynanan ilk maçta ilk beş oyuncusu olarak maça başlamıştı. Japonya’daki dünya kupasında Kerem Gönlüm’ü zaman zaman o mevkide oynarken gördük, 2009 Avrupa Şampiyonası elemelerinde ise Efes Pilsen’in (Daçka) genç oyuncusu Barış Hersek’i bu mevkide kullanarak genç oyuncudan yeni bir De Pol yaratmaya çalışmıştı.
Tanjevic üstadın beğenmediğim iki takıntısı var. Birinci olarak nitelikli, sorumluluk almayı seven oyun kurucuyu; ikinci olarak da pota altında topu alıp bire bir oynayabilen gerektiğinde sırtı potaya dönük oynayabilen, gerektiğinde yüzü dönük top kullanabilen uzunu sevmemesi. Gelişmiş basketbol ülkelerinde hangi koça yâda yöneticiye sorsanız takımı oyun kurucu ile uzunun etrafında toplar ama Tanjevic bu iki önemli noktada lider ruhlu skor atan oyuncu sevmiyor. Oyun kurucu son derece düz olmalı, sadece topu getirsin ve hızlıca çevirsin. Boş kalınca da ceza üçlüğü atabilsin istiyor. Uzunun yapması gereken ise çok daha basit; İki pota arasını hızlı koşsun, blok yapsın, her iki pota altında da ribaunt alsın ve onun dışında topa mümkün mertebe elini sürmesin.

_OYUN KURUCU_

Nitekim uzun bir süre milli takımdan ayrı kalan Kerem Tunçeri en son oynadığımız 2009 Avrupa Şampiyonası eleme maçlarından önce sıkıca tembihlenmiş olacak ki, hem Beşiktaş’ta alıştığımız hem de Real Madrid’de zaman zaman gördüğümüz skorer kimliği bir yana gözünün ucuyla dahi potaya bakamadı. 2001 Avrupa Şampiyonasından bu yana milli Takımda Kerem Tunçeri’yi hep eleştirdik ve milli takım için yetersiz olduğunu gözlemledik. Gün geldi Tanjeviç Kerem’i milli takıma almayınca oh nihayet ondan kurtulduk diyenlerimiz bile oldu ama bir de baktık ki Kerem’in yerine alınan 3 oyun kurucunun toplamı bir tane Kerem Tunçeri etmedi. Ender Aslan savruk oyunu ile çoğu zaman bizi kesen iki ucu keskin bıçak gibi bir o yana bir yana savruldu durdu. Hakan’ın zaten ne milli takımda nede Fenerbahçe Ülker’de oynarken ne yaptığını anlayan olmadı, çok ümitli olduğumuz Engin Atsür’ün ise dış şut katkısından başka bir yararını göremedik maalesef. Aslında Engin saf bir oyun kurucu değil, olsa olsa Serkan Erdoğan yâda Murat Kaya tarzı bir oyun bekleyebiliriz ondan ama onlar kadar saha içerisinde enerjik ve saldırgan değil.
Her takım oyun kurucusu kadar konuşur sözüne göre bizim milli takımımız hem sağır hem dilsiz. Federasyon’un Tanjevic’ten önceki en büyük yanlışlığı 2001’den beri oyun kurucu eksikliğine rağmen halen bir yabancıyı devşirip oyun kurucu açığını kapatamamış olmasıdır.
Ruslar bile Amerikalıyı Rus yaptılar. Slovenler Ariel Mc Donald’ı milli takımların da oynattılar (2001'de bizi yenen takımın oyun kurucusu idi) Gürcüler eski Ülker’li Shammond Williams’ı oynatıyorlar. İsrailliler yıllardır bu işi yapıyorlar David Sharp her daim milli takımda. Ruslar Amerikalı oyun kurucu ile şampiyon oldular biz ise evimizde elde ettiğimiz 2.lik ile yetinmek zorunda kaldık. 2009 öncesi Lofton veya Solomon mutlaka devşirilip milli takıma kazandırılmalı.

_MEHMET OKUR_

NBA de üzerinden setler oynanan bir oyuncuyu biz milli takımımıza alıyoruz ve üzerinden tek bir set dahi oynatmadan hatta potaya sırtı dönük rakibi ile birebir bırakıp tek bir pozisyon dahi hazırlamadan Okur’dan verim almaya çalışıyoruz. Herhalde dünya basketbolundaki rakiplerimiz bu anlayışa şapka çıkartıyorlardır. Milli takım koçumuz yıldızlara inanmadığını ve kişiye özel sistem hazırlayamayacaklarını söylüyor ama Mehmet Okur her seferinde halkı tarafından Nowitzki ile kıyaslandığı için asla beğenilmiyor.
Mehmet Okur dururken bakıyorum, Fatih Solak ulusal takımımızın pivotu olarak sahaya çıkıyor, adım gibi eminim ki Tanjeviç; Semih Erden ile oynamayı her zaman her yerde Mehmet Okur’la oynamaya tercih eder çünkü Semih Erden’i basmakalıba sokabilirsin ama Mehmet Okur çok özeldir. Mehmet Okur’la oynayabilmek için modern basketbol bilginiz en üst düzeyde olmalıdır. Özellikle sahada oyuncularına attığı fırçaları düşünün: Semih Erden’e bağırmak kolaydır çünkü onu milli takımda ilk kez siz oynatmışsınızdır (Dream Team ile oynana hazırlık maçları) ve daha gençtir ama Mehmet Okur’a bağırmak her pozisyonda onu haşlamak nerdeyse imkânsızdır.
2007 Avrupa Şampiyonasında koskoca All Star oyuncuya tek bir oyun seti dahi hazırlamadan Mehmet Okur’dan Semih gibi sıradan oyuncu statüsünde iki pota arasında gidip gidip gelmesini anca ribaunt alırsa dönüp oynamasını talep ediyordu usta koç. Mehmet Okur’un skor da etkisizliğini gören seyirciler de:
Dirk Nowitzki her maç harikalar yaratıyor bizimkiler sayı dahi atamıyorlar diye dev oyuncuya yükleniyorlardı. Ahali ne bilsin Alman milli takımının her hücumu Nowitzki üzerinden yaptığını ama bizim milli takımda yıldız oyuncu diye bir ayrımın olmadığını ve Okur’un üzerinden oynanan tek bir setin dahi bulunmadığını! Televizyon karşısına binde bir oturup basketbol izleyen vatandaşımız bunu nerden bilsin.
Mehmet Okur bütün bu olumsuzluklardan etkilenerek ortaya sakatlık balonu uçurup milli takım formasını terletmekten kaçındı geçen yaz. 2009 Avrupa Şampiyonasında forma giymesi hem Mehmet Okur’un hem de ülkemizin yararına olacaktır.
Fatih Solak, Semih Erden, Ermal Kurtoğlu, Kerem Gönlüm, Oğuz Savaş, Kaya Peker gibi isimler çok değerli oyuncular ve mücadeleye dayalı oyunu asla bırakmayan hep ribaunt kovalayan dahası kariyerleri boyunca az süreler almaya ve süre paylaşmaya alışmış oyuncular ile her zaman dünya altıncılıkları alabiliriz elemelerde ortalığı silip süpürebiliriz ama asla şampiyon olamayız. Şampiyonluk büyük oyuncular ile kazanılır, evet bu isimler olmadan ve hâlihazırda sergiledikleri performanslarını sergilemezlerse de şampiyonluk kazanılamaz ama Mehmet Okur gibi fark yaratan oyuncular olmaz ise madalya sadece hayal olur.
Mehmet Okur’u milli takım forması altında da; 40 dakika süre alıp tıpkı Utah’ta bu yıl başardığı gibi 43 sayı atmasını, 9 ribaunt almasını canı yürekten istiyorum. Eğer yeterli fırsat tanınırsa bunu yapabileceğini düşünüyorum. 2009 Avrupa Şampiyonasında Hidayet Türkoğlu ile birlikte bizi şampiyonluğa götüreceklerine adım gibi eminim. Yeter ki onlara yıldız gibi oynama şansı verilsin.
_Tanjevic’in Tercihleri_
Koç Tanjevic ülkemize ayak bastığı andan itibaren yaptığı tercihler ile kamuoyunun genelinde hep eleştirildi. Solomon geçen iki sezonda taraftarın adeta sevgilisiydi ve bu takımın bel kemiğini temsil ediyordu. Tanjevic bu sezonun başında Solomon’u tıpkı İbrahim Kutluay gibi istemedi. Aslında kulüp basketbolunda bir koç herhangi bir oyuncuyu istemeyebilir çünkü yerine sınırsız alternatif şansınız olabilir ancak gelen oyuncu giden oyuncunun ayarında olmalıdır ki takım içindeki dinamikler yerinden oynamasın. Fenerbahçe Ülker geçen seneki sistemi ile oynamasına rağmen Euro Leage’de geçen yılın çok uzağında kaldı. Solomon’un ayrılması ile takım sadece liderini değil sıkıntılı maçlarda winner özelliğini öne çıkartıp takımı maçın içerisinde tutan adamını da kaybetmişti.
Sene başında Solomon’un yerine gelen oyun kurucu gerek fiziksel özelliklerinden gerekse daha önce hedefleri bu kadar yüksek bir takımda yer almamış olmasından doğan zorluklarla uğraşmaktan takımın yükünü sırtlamaya fırsat bulamadı. Günümüz basketbolunda oyun kurucuların boyları 1,94 civarı olduğu için karşısında Marques Green’i gören herkeste şut atma iştahı kabardı. Her önüne gelen Marques Green’in üzerinden şut attığı gibi kritik anlarda rakibin üstünden şut atma gibi bir olasılığınızda ortadan kalkmış oluyor. Aslında Tanjevic bunu sene başında çok iyi hesaplayıp bu açığı Gricek ile kapatmayı düşünmüştü ancak evdeki hesap çarşıya uymadı maalesef ve Gricek sakatlandı. İşte tam da bu noktada bir başka Tanjevic kaynaklı tercih hatası gözler önüne serildi.
Usta koç; İbrahim Kutluay’ın takıma dönmesine izin vermeyerek takımı hem lidersiz bırakmış hem de Gricek’den faydalanamadığı dönemlerde onu aratmayacak olan bir oyuncuyu da kaybetmiş oldu. Gricek ve Devin Smith iyi oyuncular ancak lider ruhlu değiller, skor artıyorlar ama içlerinde takımı sürükleme gibi bir güdü yok. Oysaki bu güdü İbrahim Kutluay da fazlasıyla vardı. Gricek ve Devin Smith’i bir kenara bırakırsak bu işi yapabilecek iki kişi daha göze çarpıyor ancak bunlardan Damir Mrsıc oldukça yaşlı Emir Preldzic ise oldukça genç. Keşke sene başında Aziz Yıldırım daha önce Damir Mrsıc olayında olduğu gibi İbrahim Kutluay’ında arkasında dursaydı ama eski defterler çok kalın olduğu için bunu göz ardı etti. Sezon başında Solomon’un takımdan ayrılması bir nevi kendi tercihiydi çünkü ya Bogdan Tanjevic ya ben diyerek kapıları kendisi kapatmıştı ama İbrahim Kutluay bu formayı giymeye oldukça hevesliydi.
Benetton Pittis’i, Real Madrid Hereros’u, Zalgiris Sabonis’i basketbolu bıraktıkları zamana kadar kadrolarında tutarak simge isimlerine vefa göstermişken en az 3 yıl daha oynayabilecek kapasitesi olan Kutluay’a kulübü her koşulda sahip çıkmalıydı.
Koç Tanjevic ülkemizde kaldığı sürece yaptığı tercihler hep tartışılacak gibi;
*Mehmet Okur yerine Semih Erden’in milli takımda el üstünde tutulması.
* Milli takıma yıllarını vermiş milli takım forması giyerken sakatlanarak kariyerini sekteye uğratmış olan Hüseyin Beşok’u Fransa ligi (Pro A) MVP’si olduğu dönemde bile milli takıma almaması onun yerine Fatih Solak’ı alması. (2010 yılında yaşlı olacağı için milli takıma alınmayan Hüseyin Beşok en son oynanan Fenerbahçe Ülker-Galatasaray Cafe Crown maçında 23 sayı atarak takımını zafere ulaştırmıştı.)
*Kerem Tunçeri’yi Ömer Onan’la beraber çok önemli turnuvalar da kadroya almadı, özellikle en formda olduğu İspanya döneminde İspanya da Real Madrid’in salonunda oynanan maçlara Kerem Tunçeri yerine Hakan Demirel’i tercih etmesi. Yaşlı diye milli takıma alınmayan Kerem Tunçeri’nin yerine milli takımda ilk 5 oynayan Hakan Demirel Fenerhaçe Ülker’e gelince rotasyonda 37 yaşındaki Damir Mrsıc’in dahi gerisinde kalacaktı. Yine aynı sebepten milli takıma alınmayan Ömer Onan, Fenerbahçe Ülker’in Tanjevic ile ilk şampiyonluğunda sahada en fazla kalan 2. oyuncu olacaktı.
*Tutku Açık gibi saha görüşü, pas yeteneği, oyun okuması ve takımı oynatmadaki becerisi üst düzey olan bir oyun kurucunun yerine Ender Aslan da ısrar etmesi.
*Hüseyin’den vazgeçtik Ömer Aşık sakatlanana kadar 2010 da takımın belki de bel kemiklerinden birisi olacak olan Oğuz Savaş’ın şampiyona kadrolarına girememesi ama Fatih Solak’ın dünya kupası oynaması.
*Emir ile Vidmar’ı büyük paralar ile alarak Sloven milli takımına ve Sloven basketboluna yatırım yapmaktansa; genç Slovenlerin işgal ettikleri yabancı kadrolara sağlam hazır transferler yaparak olası Final Four’lardan takımını mahrum etmesi.(Genç Slovenlerin sözleşmeleri bana göre çok kısa. Eğer beklenen patlamayı yaparlarsa ki Emir bunu biraz gösterdi, bunun verimini ya NBA yâda Avrupa’nın dev kulüpleri alacak )
*Milli takımda yıldız oyuncu tanımam diyerek Mehmet Okur’a tek set dahi hazırlanmazken Fenerbahçe Ülker’in tüm hücumlarında Solomon 14-15 saniye top ile oynayarak takımına 2 şampiyonluk kazandırması.
Bu ve benzeri tercihleri ile Tanjevic her zaman tartışılacak gibi görünüyor.

_2009 Avrupa Şampiyonası_

2006 Dünya Şampiyonası’nda ve 2009 Avrupa Şampiyonası elemelerinde mücadele eden kadrolar ile kamuoyunu tatmin eden basketbolu ortaya koyabiliriz ama ülke olarak bizim gözden kaçırdığımız bir ayrıntı var. Önemli olan ortaya konan bu basketbolu en baştan yani 2005 yılından itibaren sayacak olursak Hüseyin Beşok’lu, Mirsad Türkcan’lı, Kerem Tunçeri’li, İbrahim Kutluay’lı, Ömer Onan’lı, Kaya Peker’li, Oğuz Savaş’lı, Serkan Erdoğan’lı, Mehmet Okur’lu kadrolarla oynayabilmek Çünkü yıldız isimler olmadan şampiyonluk sadece hayaldir. Yunanistan, İspanya, Rusya, Arjantin ve Amerika gibi ülkeler son yıllarda şampiyonlukları aralarında bölüşürlerken hep olabilecek en iyi kadroları ile turnuvalara katıldılar. Hatta Amerika bile en iyi kadrosu ile gelmediği olimpiyatlardan ve dünya kupasından şampiyonluk göremeden ayrıldı. Ne zaman ki Lebron, Kobe, Kidd bir araya geldi şampiyonlukta beraberinde geldi.
Önümüzde 2009 Avrupa Şampiyonası var, herkese sormak lazım. Japonya’daki veya eleme gurubundaki takımın herhangidir organizasyonda şampiyonluk şansı var mıdır?
Biz Tanjeviç’in bu oyun tarzı ile ve bu oyuncu seçimleri ile Dünya şampiyonasında olduğu gibi 6.lıklar 4.lükler alabiliriz ama asla şampiyon olamayız. Son Avrupa şampiyonu Rusya yıldızları ile şampiyon oldu, son olimpiyat şampiyonu Amerika yıldızları ile şampiyon oldu, Son dünya şampiyonu İspanya yıldızları ile şampiyon oldu, Arjantin yıldızları ile Atina’da olimpiyatlarda şampiyon oluyordu. Biz ise dünyanın gıpta ile baktığı yıldızlarımıza yaşlı olduğu veya sisteme uymadığı gerekçeleri ile sırt çeviriyoruz. Benim bildiğim bir takım bir turnuvaya girerken elindeki en iyi oyuncular ile gitmek ister, bundan 4-5 yıl sonra yapılacak bir turnuvayı düşünerek hazırdaki turnuvadan vazgeçilmez. Allahtan 2010 yılına da az kaldı, bakalım o masal nasıl sonuçlanacak. Herhalde Tanjeviç şimdiden 2010 yılında NBA’ de lokavt olması için, İspanyolların takım halinde zehirlenmeleri için (Allah korusun), Ginobili’nin ve Jasikevicyus’un milli takımlarını bırakmaları için dua etmeye başlamıştır.
Tanjevic’in ülkemiz de göreve başladığı ilk gün ağzından çıkan 2010 yılana sadece 1 yıl kaldı. Göreve başladığı günden bu yana yatırım yaptığı isimler de artık iyice piştiler ve hep milli takıma alınmadığı için eleştirilen isimler artık yavaş yavaş yaşlanmaya veya formdan düşmeye başladılar. Şimdi Tanjevic üstadın hasat zamanının geldiğini düşünüyorum, 2009 Avrupa Şampiyonası kafalardaki soruların tamamen aydınlanacağı bir turnuva olacak. Eğer 2009’u şampiyon olarak kapatırsak 2003 Avrupa Şampiyonası’ndan bu yana aldığımız her türlü kötü sonuca değecektir ama burada da başarısız olursak( ki kürsü dışında her sonuç bana göre başarısızlık olur), altın jenerasyon olarak tanımlanan 79 kuşağımıza yapılan onca yatırımın yok olması bir yana 2010 masalı ile kaybolan 2005 ve 2007 ile beraber 2009 da alacağımız olası madalyadan yoksun kalmamızın daha doğrusu bu madalyalarımızın çalınmış olmasının hesabını birilerinin vermesi gerekecek.


İlker KESER

3-SAYI DERGİSİ EYLÜL SAYISI  

Posted by basketçi


EUROBASKET 2009 POLAND

Avrupa’nın en iyi 16 takımının katılacağı Eurobasket 2009, başta NBA yıldızları olmak üzere birçok yıldızından mahrum kalarak ancak kalitesinden hiçbir taviz vermeden start alıyor. Son yılların en istikrarlı takımı İspanya, her devrin takımı Litvanya, Efes WC’ın şampiyonu Hırvatistan turnuvanın madalya adayları arasında ön plana çıkıyor.
Avrupa şampiyonaları; yıldız oyuncuların vitrine çıktığı, yeni yıldız adaylarının doğduğu turnuvalar olmuştur. Şampiyon takımların oyun sistemi, kulüp takımlarına esin kaynağı olmuştur. Kulüp takımları; Yunanistan kadar sert oynamayı, Litvanya kadar hızlı oynamayı, Yugoslavya kadar şutör olmayı kendilerine hedef koymuşlardır.
2001 yılından bu yana düzenlenen tüm Avrupa ve Dünya Şampiyonaları ile Olimpiyatların her daim favorisi İspanya yine en büyük madalya adayı. Sakat olduğu ve turnuva da yer almayacağı açıklanan Pau Gasol’un da takımda forma giyebilecek olması İspanya için büyük bir avantaj. Gasol olmadan dahi çok güçlü olan İspanyollar Gasol’un yer almadığı final maçında Amerika gibi bir devi deviren Yunanistan’ı yenmeyi becerebilmişti. Fakat Gasol öyle bir oyuncu ki varlığı ile İspanyolların gücünü en azgın boğaların dahi korku ile bakacakları seviyelere çıkartıyor. Gasol’un yanında yer alan küçük! Gasol bu yıl NBA’de çok muhteşem bir sezon geçirdi, NBA’den Barca’ya kesin dönüş yapan Navarro hala takımın en etkili ikinci silahı konumunda. Engellenemez deliciliğine şutunu da eklediği an rakip savunmalara kâbus gibi çöken Navarro bir madalya daha takabilmek için elinden geleni yapacaktır. Garbajosa tipindeki basketbolcular parkelere çok az düşerler. İtalyan Galanda örneğinde olduğu gibi; yüzüne baktığın anda seni korkutmazlar çünkü hızlı değillerdir. Sıçrayamazlar, blokla uzaktan yakından ilgilenmezler, smaçla işleri dahi olmaz, kuvvet yönünden zayıflardır ancak maç sonunda bir bakarsınız şutları ile pasları ile belki de yerinden dahi kımıldamadan zekâları ile sizi bitirmişlerdir. İnanmayan başta Yannakis olmak üzere tüm yunan takımına sorabilir.
İspanyol takımı sanki yeteri kadar iyi değilmiş gibi, kadrosunda Cabezas, Rudy Fernandez, Raul Lopez, Alex Mumbru, Felipe Reyes ve Berni Rodriguez gibi isimler yokmuş gibi bir de karşımıza Ricky Rubio çıktı. Rubio Avrupa ve hatta NBA seviyesinde oyun kurucular çıkartmasına rağmen İspanyol basketbolunda en çok ihtiyaç duyulan mevkiye cuk diye oturdu.
Derin ve tecrübeli kadrosu ve turnuva oynama alışkanlıkları ile İspanyollar bir kez daha şampiyon olursa hiç kimse şaşırmaz herhalde.
Litvanya’ya birazdan 12 Dev Adam’ın gurubunu incelerken değineceğim ama Jasmin Represa takımın başına geçtiğinden beri yıldız oyuncuların toplandığı bir topluluktan takım hüviyetine doğru emin adımlarla giden Hırvatistan’dan bahsetmemek oldukça ayıp olur diye düşünüyorum.
Efes Pilsen World Cup’ın şampiyonu Eurobasket’in de şampiyonu olabilir mi?
Hırvat takımına baktığımız zaman İspanya örneğinde olduğu gibi çok üst düzey oyuncular göremiyoruz belki ama her mevki için kaliteli en az 3 oyuncu görebiliyoruz. Her takımın oyun kurucusu kadar konuştuğu devler arenasında; Ukic, Planinic ve Popovic gibi çok değişik meziyetlere sahip, ayrı ayrı canınızı yakacak apayrı zehirler taşıyan 3 farklı etkili oyun kurucuya sahipler.
Pota altında en son sahaya girmesini beklediğiniz Prkacin’i durdurmanız için basketbol sahasının tozunu epey bir yalamış olmanız gerekir. Aksi takdirde sizi bir maçın içinde 3-5 kez bakkala yollayabilir. Damir Markota bu yıl kadroda yok ama gerçek bir 5 numara olan Mario Kasun, Krešimir Loncar, Marko Banic, Sandro Nicevic ve Maccabi efsanesi Nikola Vujicic takımın etkili uzunları. İyi bir takımın olmasını istiyorsan oyun kurucun ve pivotun çok etkili oyunculardan oluşuyor olmalı tezi birçok kez doğru çıkmıştır. Hırvatistan bu tezi bir kez daha haklı çıkartabilir. (Birileri bu tezden Tanjevic’i de haberdar etmeli)
Hırvat takımının diğer elemanlarına baktığımız zaman üst düzey olmayan ama görevini eksiksiz yapan takım oyunu içerisinde inanılmaz efektif olan başta Davor Kus, Marin Rozic ve Marko Tomas gibi oyuncuları görüyoruz. Bu oyuncular da Hırvatların çok önemli bir takım olmalarını sağlıyor.
Gelelim benim sürpriz takımıma:

_ÇAKMA NBA TAKIMI_

Fransa takımı hemen her mevkide inanılmaz derecede atlet, güçlü, kuvvetli oyunculara sahip bir ekip. Son yıllarda Fransa ulusal takımında seyir eylediğimiz üzere, Fransa basketbolu giderek Amerikan basketboluna doğru koşar adımlarla ilerliyor. Fakat atladıkları bir nokta var; Amerikan basketbolunda dahi yeni oyuncular için yapılan; şut antrenmanı yerine sıçrama antrenmanı, top sürme yerine sadece crossover çalışması, beyni geliştirme yerine de sürekli vücutlarını geliştirdikleri eleştirilen konuların başında geliyor. Avrupalı oyuncular basketbol bilgilerini fundamentallarını geliştirirken Amerikalı oyuncular oyunu hızlı koşmadan ve sıçramadan ibaret olduğunu zannettikleri için uluslararası turnuvalardan son yıllarda hezimet ile ayrılıyorlar.
Yıllar önce baktığımız da Fransız takımları hep disiplin ile oynayan basketbolu iyi bilen, Yann Bonato, Gadou kardeşler, Rigadueau, Sciarra, Julian, Foirest hatta Weis gibi beyaz oyuncuların yanında önce Risacher,Jim Bilba sonrada Alain Digbeu (Air France), Moustapha Sonko gibi oyuncuları gördüğümde aklıma hep ‘’Fransa da zenci çok neden basketbol oynamıyorlar? Çok başarılı olurlar’’ diye kendi kendime sorar dururdum.
Sonra Pietrus kardeşlerin ortaya çıkması ve ilk olarak 2001 Avrupa şampiyonasında Ankara da izlediğim Tony Parker’ın katılımı ile Fransızlar yavaş yavaş eski basketbollarını bırakıp takıma katılan Tariq Abdul-Wahad, Boris Diaw, Jerome Moiso , Ronny Turiaf, Mamoutou Diarra, Mickael Gelabale, Johan Petro, , Yakhouba Diawara, Tariq Kirksay, Joseph Gomis gibi zenci basketbolcuların çoğalması ile Amerikanvari bir basketbol oynamaya başladılar.
Bu değişimi yaparken çok önemli bir şeyi atladılar; Eğer doğuştan gelen ırksal özelliklerini Avrupa basketbolu ile birleştirebilselerdi bugün uluslararası turnuvaların hepsinin en önemli favorisi Fransızlar olurdu. Düşünsenize Amerikalılar gibi fizikli,kaslı,hızlı,koşan,sıçrayan,Avrupalı gibi şut atan,savunma yapan,ikili ,üçlü oyunları,alan savunmasını yapabilen bir takım herkesin korkulu rüyası olurdu.Şimdi ise bu halleri ile Amerikalılar bile yenilirken onları kimse hesaba katmıyor.
Fransa takımı, sahada sanki bir NBA takımı olmaya çalışan ama anca ‘’çakma NBA takımı’’ olabilecek bir takım izlenimi yaratıyordu bende. Ancak Tony Parker faktörünü ön plana çıkartarak bu yıl Fransızların bir patlama yapmasını ve en kötü ilk 4 içerisinde yer almasını bekliyorum.

12 DEV ADAM ARTIK MADALYA ALMALI

12 Dev adam Tanjevic ile 3. Avrupa Şampiyonasına gidiyor. Ülke olarak artık Tanjevic’den madalya bekliyoruz. 2005 ve 2007 yıllarında yaşanan hayal kırıklıklarına artık tahammülümüz yok. Madalya dışında alınan her türlü sonuç başarısızlık olarak kabul edilecektir çünkü 2005 ve 2007 yıllarındaki sonuçlar hep 2010 Dünya Şampiyonasına hazırlık olarak gösterilmiş ve kamuoyu 2010 ile avutulmuştu. Şimdi 2010 yılına sadece bir yıl kala Dünya Kupası için en iyi mesajı verme vakti gelmiştir. 2009 da Polonya da alınacak madalya bizi 2010 hedefinin sahiciliğine götürecektir ancak tarih tekerrür ederse 2010’a bir adım kala 1 senede hiçbir şeyin değişmeyeceğini herkes görecektir.
Efes Pilsen World Cup turnuvasında ve İngiltere de oynanan GameOn Basketbol Turnuvası'nda çok rahat bir şekilde gördük ki takımımız şut sokamıyor, uzunlarımız pota altında çok zayıflar dahası adam dahi kovalayamıyorlar. Milli takımımızın Reşat Güney’den Hüsnü Çakırgil’e, Harun Erdenay’dan Ufuk Sarıca’ya, İbrahim Kutluay’dan Serkan Erdoğan’a uzanan şutör takım hüviyeti bu takım ile yıkıldığını gördük oyun kurucularımız Kerem ve Ender’in dış şut yetersizliği şutör guard olarak oynayan Ömer Onan’a fazlasıyla yük bindirmiş durumda. Kariyeri boyunca çok kritik şutlar sokan ancak asla yukarıda ismi sayılan şutörler kapsamına dahil olmayan Ömer Onan tek başına bu işi omuzlamaya çalışıyor.
Tanjevic özellikle 4 numarada Kerem Gönlüm’ün eksikliğinden yakınıyor ancak Kerem’in yerine hala milli takıma Mehmet Okur, Kaya Peker veya Ermal Kurtoğlu gibi isimlerden takviye alınmıyor. Sorun mevcut kadro üzerinden çözülmeye çalışılıyor. Semih bu görev için hazırlanıyor umarım Semih savunma zaaflarını yenerek bu bölgede milli takımımızı rahatlatır.
Milli takımımızın gurubunda bulunan diğer takımlara baktığımızda Polonya, Litvanya ve Bulgaristan’ı görüyoruz.
Polonya ile İngiltere de GameON turnuvasında oynadık hiçte fena bir takım değil. Evinde seyircisi önünde oynayacağımız düşünürsek işimizin kolay olmayacağını düşünüyorum. Gortat gelirse al başına belayı. Gortat olmadan dahi leh uzunlar bizi oldukça zor durumda bırakmışlardı. Lampe ve Wojcik’in bizim pamuk şekeri sertliğinde olan ve ayaklarını çekemeyen uzunlarımız Ömer Aşık, Semih Erden ve Oğuz Savaş’a problem yaşatacakları kesin ancak takım halinde kalite olarak Polonya milli takımının çok üzerinde olduğumuz kesin.
Bulgaristan ise çok önemli bir atak yaparak takımın başına Pini Gershon’u getirdi. Bulgarlar Videnov, Ivanov kardeşler, Mledenov, Avramov ve Evtimov gibi önemli isimlere sahipler. Çok etkili dış şut tehdidine sahipler. Eğer Bulgarlar millilerimize karşı coşarsa ve biz onlara cevap veremeyip 3 sayılık atışlarda isabet kaydedemezsek oldukça sıkıntı yaşarız.
-LİTVANYA-
Litvanya ümit milli takımıyla bile gelse sistemi ile her turnuvanın madalya adayıdır. Litvanya milli takımının son yıllardaki en önemli parçaları Jasikevicius, Majauskas ve Siskauskas milli takım kadrosunda yer almıyor ancak Lavrinovic ikizleri, Petravicius ve Javtokas uzun rotasyonu ile bizim belki de en zayıf ve tecrübesiz kaldığımız pozisyonda gözümüzü korkutuyorlar. Linas Kleiza ve Simas Jasaitis skorer oyuncular olarak ön olana çıkacaklarını düşünüyorum. Her iki oyuncuda daha önceki yıllarda kadroda olmalarına rağmen ön plana çıkamamışlar ve genelde benchden gelmişlerdi ancak şimdi onlar için ön plana çıkma vakti.
Litvanya’nın hiç zorlanmadan gurubu her türlü 1. bitireceğini düşünüyorum. Milli takımımız kendisinden daha zayıf ve tecrübesiz olan Polonya’ya ve Bulgaristan’a üstünlük kurmasını ve en kötü 2. olarak çıkmasını bekliyorum.

Tüm kalbimiz ve gönlümüz milli takımımız ile beraber, umarım bütün ülkeyi sevince boğacak bir başarı ile yurda döneceğiz.

İLKER KESER
basketci14@gmail.com

3-SAYI DERGİSİ HAZİRAN SAYISI  

Posted by basketçi


Efes Pilsen'i Kim Şampiyon Yaptı?

Efes Pilsen şampiyon oldu olmasına ama sanki Efes Pilsen bu ülkede ilk kez şampiyon oluyormuş gibi her kafadan bir ses çıkmaya başladı.
Biz de kendi kendimize sorduk Efes Pilsen’i kim şampiyon yaptı?
*Hakemler mi?
*Federasyon mu?
*Tanjevic mi?
*Ataman mı?
Kural gayet basit, bu basit kuralı en basit şekilde anlatmak gerekirse; Top oyuna sokulmadan önce faul yapılırsa cezası iki atış ve kenardır. Maçın başhakemi Fatih Söylemezoğlu sadece ve sadece kuralı uygulayarak aslında Fenerbahçe Ülkerli oyuncuların ekmeğine yağ sürmüş oldu. Bu faul ile oyuncular maçı biz kaybetmedik hakemler yüzünden kaybettik mesajını çok net bir şekilde sahada yaptıkları itirazlarla herkese gösterdiler. Mirsad ve Ömer Onan itirazlarını o kadar abarttılar ki adeta son maçta yaşanan tarifi imkânsız cehaletin fitilini ateşlediler. Tecrübeli hakem üzerine gelen her oyuncuya kural böyle diye açıklamalarda bulundukça oyuncular daha da şiddetlendiler. Hele Mirsad olayı iyice abartıp kendisine teknik faul aldırtıncaya kadar uğraştı. Bu hareketleri başka bir maçta yapsa kesin ceza alacak olan Mirsad Türkcan bir sonraki maçta sahada hazır kıta yerini almıştı. Aslında federasyonun ceza kurulu en doğrusunu yaptı. Çünkü eğer Mirsad da hakem masasını şuursuzca tekmeleyip ettiği galiz küfürler ağzından okunan Rasim Başak gibi ceza alsaydı, taraftarlar bu kez Mirsad’ı mahsus cezalandırdılar deyip olayların boyutunu arttıracaklardı. Mirsad Türkcan’a ceza verilmemesi yöneticileri bir bahaneden yoksun bırakmış oldu.
Sahada yaşanan olayların izahı dahi mümkün değil. Herkes Fenerbahçe Ülker’e rekor bir ceza beklerken. Sadece 5 maç ceza geldi. Türkiye bu olayın benzerini 1993 yılında Aris maçında yaşamıştı. Şanssızlık ne yazık ki yine Efes’i bulmuş ve o maçtan sonra Aris’e iki yıl ceza verilmiş ancak sonra ceza bir yıla indirilmişti. Fenerbahçe Ülker’e bir yıl ceza tabiî ki çok ağır olurdu ama en azından bir masadan daha kıymetlisiniz mesajı Efes Pilsen camiasına verilebilirdi.
Rasim Başak küfür edip hakem masasını tekmelediği için 6 maç ceza aldı, Fenerbahçe Ülker seyircisi ise Efes Pilsenlilere küfür edip tekmeledikleri için 5 maç ceza aldı. Demek ki masa Efes Pilsen’den daha kıymetliymiş.
Aslında seri de sadece bir tribün olayı olmadı. Belki birçoğunuzun gözünden kaçtı ama Fenerbahçe Ülker taraftarlarının kendi aralarında etmiş gibi gözüken hadiseye dikkat edenler olmuştur.
O kavga aslında taraftarlar arasında değildi. Fenerbahçe Ülkerli sporcuların aileleri o kısımda oturuyorlardı ve kendi taraftarlarının kendi sporcularına yani anne baba olarak kendi öz evlatlarına küfür etmelerine daha fazla dayanamamalarının neticesinde o kavga çıkmıştı. Sporcuların da ilgisi doğal olarak o yöne kayınca dikkatte maç yerine tribüne doğru yol aldı.
Olaylar sahada gözükenler ile sınırlı da değildi. Eski büyük basketbolculardan Tamer Oyguç’un annesinin evi dahi yumurta yağmuruna tutuldu. Üstelik Tamer Oyguç Fenerbahçe forması dahi giymiş bir sporcuydu.
Efes Pilsen’i kim şampiyon yaptı derken şıklar arasında Tanjevic de vardı. Şimdi ne alakası diyenler olabilir ama Tanjevic ilk defa karşısında adam gibi bir kadro ve üst düzey bir koç ile karşılaşınca bilindik yöntemleri pek işe yaramadı hatta rakibin ekmeğine yağ sürdü.
İlk maç şampiyon Efes Pilsen gerçekten kazanmayı hak etmedi.
İkinci maçı Tanjevic’in takımı 40 yaşındaki oyuncunun muhteşem üçlüğü ve şansı ile kazandı.
Üçüncü maçta artık ne şansa nede kötü oyuna tahammülü olmayan taraf olan Efes Pilsen’in koçu Ataman hiç planında olmamasına rağmen alan savunmasına geçerek maç içinde fark yarattı. Tanjevic’in buna cevabı ise sürekli oyuncu değiştirmek oldu. Tanjevic Efes Pilsen’e en büyük katkıyı burada yapmaya başladı.
Solomon’un kaptırdığı bir toptan sonra koçundan küçük bir çocukmuş gibi en az 3 dakika kesintisiz fırça yemesi Solomon’u doğal olarak oyundan düşürdü. Sonrasında ne olduysa oldu, Efes önce Thorton ile mucize sayılar buldu sonra yediği fırça ile kafası maçtan giden Solomon topu Sinan’a hediye etti. Son topta Ataman 5 kısa ile sahaya çıkarak maçın uzatmaya gitmesine neden olarak hediyeye hediye ile cevap verdi. Ataman uzatma da Sinan’dan vazgeçseydi büyük hataya düşerdi. Ancak tıpkı skor üretmede çok zayıf düşen Charles’dan vazgeçmesi gibi doğru karar vererek Sinan ile devam etti.
Ataman bütün bu hamleleri yaparken Tanjevic sadece fırça atmakla ve oyuncu değiştirmekle mükellefti.
Dördüncü maçta Ataman kafasını çalıştırdı ve faul yapıp son hücumu lehine çevirdi. Tanjevic ise bunu sadece izledi ve hayatı boyunca eliyle koluyla oynamaya alışmış olan oyuncusunun gereksiz faulü ile maçı kaybetti. Efes Pilsen’in faulünden sonra Solomon faül yapalım mı diye Tanjevic’e döndü. Tanjevic’in hayır cevabından sonra Solomon’un yüzünün aldığı şekli ve sıçramasını birçoğunuz görmüşsünüzdür.
Diğer maçlar da tam anlamı ile taktik savaşı şeklinde geçti;
Ataman belki de Avrupa’nın en iyi power forvet’i olan Mirsad Türkcan pota altında her top aldığında ona yardım getirtti, Tanjevic ise oyuncu değiştirdi.
Ataman son saniye topları için bile mola harcayıp hücum seti çizerken; Tanjevic oyuncu değiştirdi.
Ataman bazen de gereksiz yere olsa dahi takımını 4 kısa ile oynattı, usta koç oyuncu değiştirdi.
Oyuna bir girip bir çıkan Fenerbahçe Ülkerli oyuncular asla ritim bulamadılar, tam ritim bulduklarında ise kendilerini kenarda buldular.
Fırça çekme işi antrenörden yöneticilere de bulaşmış. Bir tv programına katılan Fenerbahçe Ülker’in basketbol kökenli yöneticisi; programı yapanları adeta canlı yayında fırçaladı. Sunucuya dahi ne gülüyorsun ciddi bir şeyler anlatıyorum diye fırça çekti. İşin garibi programı yapanlardan çıt dahi çıkmaması oldu. Söyleyecekleri bitince de pat diye telefonu kapatıp kimseyle diyaloga girmedi. Yüzde yüz haklı olunsa dahi, hakkını arıyor olsan dahi fikirlerimizi dikte ile değil tartışarak sonuçlandırmalıyız ve tabi eleştiriye de açık olmalıyız.
Gelelim şampiyonluğu bileğinin hakkı ile kazanan hak sahiplerine.
Nihayet gelebildik ama 33 yıla nice başarılar sığdıran kulübe şampiyonluk sevinci dahi yaşatmayanlar bizi şampiyona en son değinmeye kadar getirttiler.
Efes Pilsen sezona geçmiş yılların yaralarını sararak başladı. İlk önemli hamle Ergin Ataman’ın dümene geçirilmesi oldu. İlk iş olarak kulübün boşalan içi yeniden dolduruldu. Giden oyunculardan Kaya ve Kerem geri geldi. Yerli oyuncularının zayıflığı Efes Pilsen’e son yıllarda çok kan kaybettirmişti. Sinan gibi katkı veren çok önemli bir transfer yapılmıştı. Fenerbahçe Ülker; İbrahim Kutluay, Ömer Onan ve Mirsad Türkcan gibi büyük oyuncular ile hedefe giderken Efes Pilsen kadrosundaki yerli oyuncular gittikçe dağılıyordu. Hatta yukarıda ismini verdiğimiz 3 oyuncuda Efes Pilsen forması giyiyordu bir zamanlar. Üstelik İbrahim ve Ömer takıma kaptanlık dahi yapmıştı. Hüseyin Beşok, Mirsad Türcan, Hidayet Türkoğlu, Mehmet Okur, Ender Aslan, Ermal Kurtoğlu, Kaya Peker gibi oyuncuları devamlı yurtdışına gönderiyorlar faket bu oyuncuların geri dönüşünü çeşitli nedenlerden dolayı Ender dışında bir türlü geri getiremiyorlardı. Ligde de flaş yerli transferler yapılamıyor ve yerli oyuncu rotasyonu gittikçe zayıflıyordu.
Sezon başında yapılan bu eklemeler olmasa Efes Pilsen yine finale gelirdi ancak Kaya ve Sinan olmadan Fenerbahçe Ülker’e direnemezlerdi.
Kaya adeta tek başına Fenerbahçe Ülker’in tüm uzunlarını denize döktü. Vidmar (niyeyse her maç ilk 10 dakika), Oğuz (her maç 3-5 dakika), Ömer Aşık, Semih Erden ve Mirsad Türkcan; her maç Kaya’ya çarptılar. (Final serisinin karamanı koskoca bir Avrupa şampiyonasını evinde tv’den izlerken karşısında yokları oynayanların çoğu milli takımda olacak)
Sinan geçen yaz milli takımımızın en patlayıcı en iyi savunma yapan en hareketli oyuncusuydu. Ataman kariyeri boyunca yaptığını yani gittiği takıma bildiği oyuncuları peşinden sürükleme alışkanlığını yine gösterdi ve Schumpert ve Kaya’nın yanına Sinan’ı da alarak Efes Pilsen’e getirtti. Sinan transferinden sonra Thornton transferini duyunca eyvah dedim. Çünkü bu iki oyuncu aynı tarz ve aynı işi yapan oyunculardı. Nitekim Sinan bench’in derinliklerine inerek nerdeyse kayboldu.. Sinan final serisinin 3. maçına Solomon’a yaptığı savunma ve çaldığı toplarla damgasını vurdu.
Efes Pilsen’in son şampiyonluğunda Mustafa Abi’nin Halid El Amin’e yaptığı savunma zaferi getiren en önemli unsur olmuştu. Sinan Güler tıpkı Mustafa Abi’nin Beşiktaşlı Amin’e yada Tofaş’ın şampiyonluklarında Kelepçe Alper Yılmaz’ın Naumoskiye yaptığı savunma gibi Solomon’a yapıştı ve onu sahadan sildi.
Efes Pilsen zorlu maçların sonucunda şampiyon oldu ancak, şampiyonluk mutluluğunu yaşamaları biraz süre aldı. Kendilerine kupa verecek bir başkan dahi bulamadılar, dayak yediler, küfür yediler. Türk basketbolu giderek futbol zihniyetine dönsün istemiyoruz. Küfürler doğal sayılsın, itirazlar alsın başını gitsin istemiyoruz. Benim bildiğim basketbol da itiraz eden oyuncuya hakem hemen elini kaldırması uyarısını yapar, şimdi oyuncular hakeme adeta saldırıyor her düdükten sonra eller kollar itiraz için şekilden şekle giriyor. Efes Pilsen şampiyon olmasaydı da bu görüntüleri yaşamasa mıydık?
Tahammülümüz hiç mi kalmadı?
Oyuncular ve yöneticiler ne yazık ki sahadaki davranışları ve mimikleri ile basketbol ile hiç alakası olmayan futboldan alışkanlıkları ile maçı izleyen seyirciyi fazlasıyla gerdi ve gerilimin sonuçları çok ağır oldu.
Önümüzdeki yıl umarım bütün bu yaşananlar hem güvenlik güçlerine hem sporculara hem de yöneticilere ders olur.
Son olarak milli takımımıza Avrupa Şampiyonasında başarılar diliyorum. Artık vakti gelip geçmekte olan madalyayı bu turnuvamızda boynumuzda görebilmek umuduyla…



İlker KESER
basketci14@gmail.com

3-SAYI DERGİSİ MAYIS SAYISI  

Posted by basketçi


TANJEVİÇ GÜNCESİ
Tanjevic’i geçmiş dönemlerdeki takımlarına baktığımda, yaşım itibarı ile üç kez Koraç kupasında final oynayan Stefanel Milano takımından hatırlıyorum. Usta koçu Milano ekibinin başında ilk gördüğümde; devamlı bağırıp çağıran, oyuncularını her an azarlayan fırçalayan sanki hiçbir şeyden memnun değilmiş gibi tavırlar sergileyen bir yapı içerisinde görmüştüm.
Takımın yıldız oyuncularından Fucka , Bodiroga ve Gentile gibi yıldız oyuncuların altyapısını kendi vermişti. Dolayısıyla bu oyunculara istediği gibi hükmedebiliyor ve en küçük hatalarında dahi sanki bıçak yemiş gibi titreyip yaralı aslan gibi üzerlerine kükrüyordu. Yalnız Warren Kid gibi değerli bir Amerikalı oyuncuyu da çocuk gibi azarlayınca bir yerde bir kopukluk oluyordu ve 3 kez üst üste gelinen finalde biride Efes Pilsen’e olmak üzere başlar önde 2.lig madalyası ile sahadan ayrılmak zorunda kalıyorlardı. Tanjevic’in en büyük başarısı ise İtalya ile yaşanılan Avrupa Şampiyonluğudur…
İtalya milli takımında da yine Fucka ,Meneghin gibi oyuncuları etkisi altına alıp De Pol gibi Mian gibi sınırlı kapasitede olup milli takıma belki de başka bir çalıştırıcının asla almayacağı oyuncular ile başarıya gitmişti. Tanjeviç; 3 numara pozisyonun da, daha önce nerdeyse hiç milli olmamış 2,02 boyundaki Alessandro De Pol ile rakiplerine fark yaratmıştı ve bu oyuncu üzerinde devamlı bilindik baskısını kurarak ona hep:
—Seni ben milli yaptım ve bu takıma aldım, sende benim dediklerimi harfiyen yap.
Mesajını veriyordu. De Pol’a bu mesajı verirken deli dolu guardı Pozecco’yu takıma almayarak bakın De Pol gibi bir adam milli takımda ama Pozecco yok mesajını da aynı anda diğer oyuncularına ileterek takımın tek bir patronu olduğunu da yine açıkça oyuncularına iletiyordu. (Bu arada Pozecco’nun Recalti döneminde de 2001 Avrupa şampiyonası için milli takıma alınmadığını belirtelim ama aynı Pozecco Amerika’ya gelenin ve de gidenin vurduğu dönemlerde Galanda ile beraber iyi bir tokat attığını da ekleyelim). Usta koç, Pozeco gibi üst düzey bir oyuncuyu kurban ederek Bonora gibi kısıtlı yeteneklere sahip bir oyuncuya oyun kuruculuğu teslim etmişti.
Bu arada söz De Pol’den açılmışken bir antrparantez açalım; De Pol gerçek anlamda İtalya milli takımının en önemli oyuncularından birisi idi, Tanjeviç 12 Dev Adam’ın başına geçtiği andan itibaren her an De Pol gibi bir adam aradı. Hatırlayın ilk geldiği dönem de o zaman Darüşafaka da oynayan şimdiki Beşiktaşlı oyuncu Cevher Özer 2004 yılında Amerika ile oynanan ilk maçta ilk beş oyuncusu olarak maça başlamıştı. Japonya’daki dünya kupasında Kerem Gönlüm’ü zaman zaman o mevkide oynarken gördük, 2009 Avrupa Şampiyonası elemelerinde ise Efes Pilsen’in (Daçka) genç oyuncusu Barış Hersek’i bu mevkide kullanarak genç oyuncudan yeni bir De Pol yaratmaya çalışmıştı.
Tanjevic üstadın beğenmediğim iki takıntısı var. Birinci olarak nitelikli, sorumluluk almayı seven oyun kurucuyu; ikinci olarak da pota altında topu alıp bire bir oynayabilen gerektiğinde sırtı potaya dönük oynayabilen, gerektiğinde yüzü dönük top kullanabilen uzunu sevmemesi. Gelişmiş basketbol ülkelerinde hangi koça yâda yöneticiye sorsanız takımı oyun kurucu ile uzunun etrafında toplar ama Tanjevic bu iki önemli noktada lider ruhlu skor atan oyuncu sevmiyor. Oyun kurucu son derece düz olmalı, sadece topu getirsin ve hızlıca çevirsin. Boş kalınca da ceza üçlüğü atabilsin istiyor. Uzunun yapması gereken ise çok daha basit; İki pota arasını hızlı koşsun, blok yapsın, her iki pota altında da ribaunt alsın ve onun dışında topa mümkün mertebe elini sürmesin.

_OYUN KURUCU_

Nitekim uzun bir süre milli takımdan ayrı kalan Kerem Tunçeri en son oynadığımız 2009 Avrupa Şampiyonası eleme maçlarından önce sıkıca tembihlenmiş olacak ki, hem Beşiktaş’ta alıştığımız hem de Real Madrid’de zaman zaman gördüğümüz skorer kimliği bir yana gözünün ucuyla dahi potaya bakamadı. 2001 Avrupa Şampiyonasından bu yana milli Takımda Kerem Tunçeri’yi hep eleştirdik ve milli takım için yetersiz olduğunu gözlemledik. Gün geldi Tanjeviç Kerem’i milli takıma almayınca oh nihayet ondan kurtulduk diyenlerimiz bile oldu ama bir de baktık ki Kerem’in yerine alınan 3 oyun kurucunun toplamı bir tane Kerem Tunçeri etmedi. Ender Aslan savruk oyunu ile çoğu zaman bizi kesen iki ucu keskin bıçak gibi bir o yana bir yana savruldu durdu. Hakan’ın zaten ne milli takımda nede Fenerbahçe Ülker’de oynarken ne yaptığını anlayan olmadı, çok ümitli olduğumuz Engin Atsür’ün ise dış şut katkısından başka bir yararını göremedik maalesef. Aslında Engin saf bir oyun kurucu değil, olsa olsa Serkan Erdoğan yâda Murat Kaya tarzı bir oyun bekleyebiliriz ondan ama onlar kadar saha içerisinde enerjik ve saldırgan değil.
Her takım oyun kurucusu kadar konuşur sözüne göre bizim milli takımımız hem sağır hem dilsiz. Federasyon’un Tanjevic’ten önceki en büyük yanlışlığı 2001’den beri oyun kurucu eksikliğine rağmen halen bir yabancıyı devşirip oyun kurucu açığını kapatamamış olmasıdır.
Ruslar bile Amerikalıyı Rus yaptılar. Slovenler Ariel Mc Donald’ı milli takımların da oynattılar (2001'de bizi yenen takımın oyun kurucusu idi) Gürcüler eski Ülker’li Shammond Williams’ı oynatıyorlar. İsrailliler yıllardır bu işi yapıyorlar David Sharp her daim milli takımda. Ruslar Amerikalı oyun kurucu ile şampiyon oldular biz ise evimizde elde ettiğimiz 2.lik ile yetinmek zorunda kaldık. 2009 öncesi Lofton veya Solomon mutlaka devşirilip milli takıma kazandırılmalı.

_MEHMET OKUR_

NBA de üzerinden setler oynanan bir oyuncuyu biz milli takımımıza alıyoruz ve üzerinden tek bir set dahi oynatmadan hatta potaya sırtı dönük rakibi ile birebir bırakıp tek bir pozisyon dahi hazırlamadan Okur’dan verim almaya çalışıyoruz. Herhalde dünya basketbolundaki rakiplerimiz bu anlayışa şapka çıkartıyorlardır. Milli takım koçumuz yıldızlara inanmadığını ve kişiye özel sistem hazırlayamayacaklarını söylüyor ama Mehmet Okur her seferinde halkı tarafından Nowitzki ile kıyaslandığı için asla beğenilmiyor.
Mehmet Okur dururken bakıyorum, Fatih Solak ulusal takımımızın pivotu olarak sahaya çıkıyor, adım gibi eminim ki Tanjeviç; Semih Erden ile oynamayı her zaman her yerde Mehmet Okur’la oynamaya tercih eder çünkü Semih Erden’i basmakalıba sokabilirsin ama Mehmet Okur çok özeldir. Mehmet Okur’la oynayabilmek için modern basketbol bilginiz en üst düzeyde olmalıdır. Özellikle sahada oyuncularına attığı fırçaları düşünün: Semih Erden’e bağırmak kolaydır çünkü onu milli takımda ilk kez siz oynatmışsınızdır (Dream Team ile oynana hazırlık maçları) ve daha gençtir ama Mehmet Okur’a bağırmak her pozisyonda onu haşlamak nerdeyse imkânsızdır.
2007 Avrupa Şampiyonasında koskoca All Star oyuncuya tek bir oyun seti dahi hazırlamadan Mehmet Okur’dan Semih gibi sıradan oyuncu statüsünde iki pota arasında gidip gidip gelmesini anca ribaunt alırsa dönüp oynamasını talep ediyordu usta koç. Mehmet Okur’un skor da etkisizliğini gören seyirciler de:
Dirk Nowitzki her maç harikalar yaratıyor bizimkiler sayı dahi atamıyorlar diye dev oyuncuya yükleniyorlardı. Ahali ne bilsin Alman milli takımının her hücumu Nowitzki üzerinden yaptığını ama bizim milli takımda yıldız oyuncu diye bir ayrımın olmadığını ve Okur’un üzerinden oynanan tek bir setin dahi bulunmadığını! Televizyon karşısına binde bir oturup basketbol izleyen vatandaşımız bunu nerden bilsin.
Mehmet Okur bütün bu olumsuzluklardan etkilenerek ortaya sakatlık balonu uçurup milli takım formasını terletmekten kaçındı geçen yaz. 2009 Avrupa Şampiyonasında forma giymesi hem Mehmet Okur’un hem de ülkemizin yararına olacaktır.
Fatih Solak, Semih Erden, Ermal Kurtoğlu, Kerem Gönlüm, Oğuz Savaş, Kaya Peker gibi isimler çok değerli oyuncular ve mücadeleye dayalı oyunu asla bırakmayan hep ribaunt kovalayan dahası kariyerleri boyunca az süreler almaya ve süre paylaşmaya alışmış oyuncular ile her zaman dünya altıncılıkları alabiliriz elemelerde ortalığı silip süpürebiliriz ama asla şampiyon olamayız. Şampiyonluk büyük oyuncular ile kazanılır, evet bu isimler olmadan ve hâlihazırda sergiledikleri performanslarını sergilemezlerse de şampiyonluk kazanılamaz ama Mehmet Okur gibi fark yaratan oyuncular olmaz ise madalya sadece hayal olur.
Mehmet Okur’u milli takım forması altında da; 40 dakika süre alıp tıpkı Utah’ta bu yıl başardığı gibi 43 sayı atmasını, 9 ribaunt almasını canı yürekten istiyorum. Eğer yeterli fırsat tanınırsa bunu yapabileceğini düşünüyorum. 2009 Avrupa Şampiyonasında Hidayet Türkoğlu ile birlikte bizi şampiyonluğa götüreceklerine adım gibi eminim. Yeter ki onlara yıldız gibi oynama şansı verilsin.
_Tanjevic’in Tercihleri_
Koç Tanjevic ülkemize ayak bastığı andan itibaren yaptığı tercihler ile kamuoyunun genelinde hep eleştirildi. Solomon geçen iki sezonda taraftarın adeta sevgilisiydi ve bu takımın bel kemiğini temsil ediyordu. Tanjevic bu sezonun başında Solomon’u tıpkı İbrahim Kutluay gibi istemedi. Aslında kulüp basketbolunda bir koç herhangi bir oyuncuyu istemeyebilir çünkü yerine sınırsız alternatif şansınız olabilir ancak gelen oyuncu giden oyuncunun ayarında olmalıdır ki takım içindeki dinamikler yerinden oynamasın. Fenerbahçe Ülker geçen seneki sistemi ile oynamasına rağmen Euro Leage’de geçen yılın çok uzağında kaldı. Solomon’un ayrılması ile takım sadece liderini değil sıkıntılı maçlarda winner özelliğini öne çıkartıp takımı maçın içerisinde tutan adamını da kaybetmişti.
Sene başında Solomon’un yerine gelen oyun kurucu gerek fiziksel özelliklerinden gerekse daha önce hedefleri bu kadar yüksek bir takımda yer almamış olmasından doğan zorluklarla uğraşmaktan takımın yükünü sırtlamaya fırsat bulamadı. Günümüz basketbolunda oyun kurucuların boyları 1,94 civarı olduğu için karşısında Marques Green’i gören herkeste şut atma iştahı kabardı. Her önüne gelen Marques Green’in üzerinden şut attığı gibi kritik anlarda rakibin üstünden şut atma gibi bir olasılığınızda ortadan kalkmış oluyor. Aslında Tanjevic bunu sene başında çok iyi hesaplayıp bu açığı Gricek ile kapatmayı düşünmüştü ancak evdeki hesap çarşıya uymadı maalesef ve Gricek sakatlandı. İşte tam da bu noktada bir başka Tanjevic kaynaklı tercih hatası gözler önüne serildi.
Usta koç; İbrahim Kutluay’ın takıma dönmesine izin vermeyerek takımı hem lidersiz bırakmış hem de Gricek’den faydalanamadığı dönemlerde onu aratmayacak olan bir oyuncuyu da kaybetmiş oldu. Gricek ve Devin Smith iyi oyuncular ancak lider ruhlu değiller, skor artıyorlar ama içlerinde takımı sürükleme gibi bir güdü yok. Oysaki bu güdü İbrahim Kutluay da fazlasıyla vardı. Gricek ve Devin Smith’i bir kenara bırakırsak bu işi yapabilecek iki kişi daha göze çarpıyor ancak bunlardan Damir Mrsıc oldukça yaşlı Emir Preldzic ise oldukça genç. Keşke sene başında Aziz Yıldırım daha önce Damir Mrsıc olayında olduğu gibi İbrahim Kutluay’ında arkasında dursaydı ama eski defterler çok kalın olduğu için bunu göz ardı etti. Sezon başında Solomon’un takımdan ayrılması bir nevi kendi tercihiydi çünkü ya Bogdan Tanjevic ya ben diyerek kapıları kendisi kapatmıştı ama İbrahim Kutluay bu formayı giymeye oldukça hevesliydi.
Benetton Pittis’i, Real Madrid Hereros’u, Zalgiris Sabonis’i basketbolu bıraktıkları zamana kadar kadrolarında tutarak simge isimlerine vefa göstermişken en az 3 yıl daha oynayabilecek kapasitesi olan Kutluay’a kulübü her koşulda sahip çıkmalıydı.
Koç Tanjevic ülkemizde kaldığı sürece yaptığı tercihler hep tartışılacak gibi;
*Mehmet Okur yerine Semih Erden’in milli takımda el üstünde tutulması.
* Milli takıma yıllarını vermiş milli takım forması giyerken sakatlanarak kariyerini sekteye uğratmış olan Hüseyin Beşok’u Fransa ligi (Pro A) MVP’si olduğu dönemde bile milli takıma almaması onun yerine Fatih Solak’ı alması. (2010 yılında yaşlı olacağı için milli takıma alınmayan Hüseyin Beşok en son oynanan Fenerbahçe Ülker-Galatasaray Cafe Crown maçında 23 sayı atarak takımını zafere ulaştırmıştı.)
*Kerem Tunçeri’yi Ömer Onan’la beraber çok önemli turnuvalar da kadroya almadı, özellikle en formda olduğu İspanya döneminde İspanya da Real Madrid’in salonunda oynanan maçlara Kerem Tunçeri yerine Hakan Demirel’i tercih etmesi. Yaşlı diye milli takıma alınmayan Kerem Tunçeri’nin yerine milli takımda ilk 5 oynayan Hakan Demirel Fenerhaçe Ülker’e gelince rotasyonda 37 yaşındaki Damir Mrsıc’in dahi gerisinde kalacaktı. Yine aynı sebepten milli takıma alınmayan Ömer Onan, Fenerbahçe Ülker’in Tanjevic ile ilk şampiyonluğunda sahada en fazla kalan 2. oyuncu olacaktı.
*Tutku Açık gibi saha görüşü, pas yeteneği, oyun okuması ve takımı oynatmadaki becerisi üst düzey olan bir oyun kurucunun yerine Ender Aslan da ısrar etmesi.
*Hüseyin’den vazgeçtik Ömer Aşık sakatlanana kadar 2010 da takımın belki de bel kemiklerinden birisi olacak olan Oğuz Savaş’ın şampiyona kadrolarına girememesi ama Fatih Solak’ın dünya kupası oynaması.
*Emir ile Vidmar’ı büyük paralar ile alarak Sloven milli takımına ve Sloven basketboluna yatırım yapmaktansa; genç Slovenlerin işgal ettikleri yabancı kadrolara sağlam hazır transferler yaparak olası Final Four’lardan takımını mahrum etmesi.(Genç Slovenlerin sözleşmeleri bana göre çok kısa. Eğer beklenen patlamayı yaparlarsa ki Emir bunu biraz gösterdi, bunun verimini ya NBA yâda Avrupa’nın dev kulüpleri alacak )
*Milli takımda yıldız oyuncu tanımam diyerek Mehmet Okur’a tek set dahi hazırlanmazken Fenerbahçe Ülker’in tüm hücumlarında Solomon 14-15 saniye top ile oynayarak takımına 2 şampiyonluk kazandırması.
Bu ve benzeri tercihleri ile Tanjevic her zaman tartışılacak gibi görünüyor.

_2009 Avrupa Şampiyonası_

2006 Dünya Şampiyonası’nda ve 2009 Avrupa Şampiyonası elemelerinde mücadele eden kadrolar ile kamuoyunu tatmin eden basketbolu ortaya koyabiliriz ama ülke olarak bizim gözden kaçırdığımız bir ayrıntı var. Önemli olan ortaya konan bu basketbolu en baştan yani 2005 yılından itibaren sayacak olursak Hüseyin Beşok’lu, Mirsad Türkcan’lı, Kerem Tunçeri’li, İbrahim Kutluay’lı, Ömer Onan’lı, Kaya Peker’li, Oğuz Savaş’lı, Serkan Erdoğan’lı, Mehmet Okur’lu kadrolarla oynayabilmek Çünkü yıldız isimler olmadan şampiyonluk sadece hayaldir. Yunanistan, İspanya, Rusya, Arjantin ve Amerika gibi ülkeler son yıllarda şampiyonlukları aralarında bölüşürlerken hep olabilecek en iyi kadroları ile turnuvalara katıldılar. Hatta Amerika bile en iyi kadrosu ile gelmediği olimpiyatlardan ve dünya kupasından şampiyonluk göremeden ayrıldı. Ne zaman ki Lebron, Kobe, Kidd bir araya geldi şampiyonlukta beraberinde geldi.
Önümüzde 2009 Avrupa Şampiyonası var, herkese sormak lazım. Japonya’daki veya eleme gurubundaki takımın herhangidir organizasyonda şampiyonluk şansı var mıdır?
Biz Tanjeviç’in bu oyun tarzı ile ve bu oyuncu seçimleri ile Dünya şampiyonasında olduğu gibi 6.lıklar 4.lükler alabiliriz ama asla şampiyon olamayız. Son Avrupa şampiyonu Rusya yıldızları ile şampiyon oldu, son olimpiyat şampiyonu Amerika yıldızları ile şampiyon oldu, Son dünya şampiyonu İspanya yıldızları ile şampiyon oldu, Arjantin yıldızları ile Atina’da olimpiyatlarda şampiyon oluyordu. Biz ise dünyanın gıpta ile baktığı yıldızlarımıza yaşlı olduğu veya sisteme uymadığı gerekçeleri ile sırt çeviriyoruz. Benim bildiğim bir takım bir turnuvaya girerken elindeki en iyi oyuncular ile gitmek ister, bundan 4-5 yıl sonra yapılacak bir turnuvayı düşünerek hazırdaki turnuvadan vazgeçilmez. Allahtan 2010 yılına da az kaldı, bakalım o masal nasıl sonuçlanacak. Herhalde Tanjeviç şimdiden 2010 yılında NBA’ de lokavt olması için, İspanyolların takım halinde zehirlenmeleri için (Allah korusun), Ginobili’nin ve Jasikevicyus’un milli takımlarını bırakmaları için dua etmeye başlamıştır.
Tanjevic’in ülkemiz de göreve başladığı ilk gün ağzından çıkan 2010 yılana sadece 1 yıl kaldı. Göreve başladığı günden bu yana yatırım yaptığı isimler de artık iyice piştiler ve hep milli takıma alınmadığı için eleştirilen isimler artık yavaş yavaş yaşlanmaya veya formdan düşmeye başladılar. Şimdi Tanjevic üstadın hasat zamanının geldiğini düşünüyorum, 2009 Avrupa Şampiyonası kafalardaki soruların tamamen aydınlanacağı bir turnuva olacak. Eğer 2009’u şampiyon olarak kapatırsak 2003 Avrupa Şampiyonası’ndan bu yana aldığımız her türlü kötü sonuca değecektir ama burada da başarısız olursak( ki kürsü dışında her sonuç bana göre başarısızlık olur), altın jenerasyon olarak tanımlanan 79 kuşağımıza yapılan onca yatırımın yok olması bir yana 2010 masalı ile kaybolan 2005 ve 2007 ile beraber 2009 da alacağımız olası madalyadan yoksun kalmamızın daha doğrusu bu madalyalarımızın çalınmış olmasının hesabını birilerinin vermesi gerekecek.


İlker KESER
basketci14@gmail.com

Related Posts with Thumbnails