İBRAHİM KUTLU-AY(YILDIZ)  

Posted by basketçi


İbrahim Kutluay Türk spor tarihinin en büyük sporcularından birisidir. Basketbol camiasını yönetenler bu büyük sporcuyu çok güzel ve anlamlı bir tavırla onurlandırdılar. Büyük basketbolcu 257 kez milli takım forması giyerek hangi koşulda olursa olsun ülkesine hizmet etmiş, yurt dışında büyük başarılara ve ilklere imza atmıştır. Milli maç sırasında parmağı kırılmış ama umursamadan oynamaya devam etmiştir, kaşı açılmıştır ama o dikişini attırıp kaldığı yerden oyuna devam etmiştir. Bu güzel davranışın gerisini büyük bir merakla bekliyorum.
Ayyıldızlı basketbolcularımız dünya starı Tony Parker’ın takımı Fransa karşısında dört dörtlük bir oyun sergileyerek, 2004 yılından beri bu kadroya yatırım yapan Tanjeviç’in ulaşmaya çalıştığı hedefe yakın bir basketbol ortaya koyarak rakip Fransa’yı sahadan silmeyi sürklase etmeyi başarmıştır.
Eleme maçları daha başlamadan hangi oyuncular olursa olsun biz bu guruptan 1. olarak çıkacak güçte bir potansiyelimiz olduğunu yazmıştım. Takımımız bu potansiyelini oynadığı ilk üç maçta ortaya sermiştir.
Fransa karşısında her şeyden önce topu çok iyi dolaştırdık ve ikili oyunları gerek pick and roll sonrasında gerekse pas ve cut sonrasında çok iyi değerlendirdik. Maça felaket bir dış şut yüzdesi ile başladık, rakip ise 4/3 ile oynuyordu ama ondan sonra kullandıkları 5 şutta üst üste isabet bulamadılar. Biz ise tam tersi 3 sayılık atışları üst üste sokmaya başladık. Hem topu iyi dolaştırmamız, hem ikili oyunlardaki başarımız hem de düzelen şut yüzdemiz bize hücum anlamında büyük bir artı güç kattı ama Fransa savunmasını asıl göçerten unsur Oğuz Savaş’ın sırtı potaya dönük olarak yaptığı hücumlardı. Hatırlarsanız son iki yazımda milli takımın sırtı potaya dönük oynanan bir oyununun olmadığını ve basketbolun en büyük dinamiklerinden biri olan hücum şeklini kullanamadığımız için hücum organizasyonlarımızın sekteye uğradığını belirtmiştim. Oğuz Savaş bugün pota altında sırtına hangi Fransızı aldıysa ya sayı yaptı yada faul yaptırdı.
Fransa takımında Tony Parker’ın oyununa bir türlü mani olamadık, her pozisyonda savunmasını geçmeyi bildi. Rakibin yıldız oyuncusunun bu kadar etkili olduğu bir akşamda imdadımıza alan savunması yetişti. Fransız basketbolcular bire birde oldukça etkililer ama söz konusu alan savunmasına hücum etmek olunca yaratıcılıkları resmen sıfıra indi ve tökezlediler. Alan savunmasına karşı sayı üretemeyince maçı da orda kaybettiler. Burada en büyük suç bana göre Tony Parker’a aitti çünkü alan savunmasını penetre ederek delmeye çalıştı, o kadar hücum ettiler topu bir türlü posta verip oyunu oradan kuramadılar. Eskiden Maccabi de oynayan Amerikalı Buck Johnson posta dalar ve topu oradan dağıtarak alan savunmasının kalbine hançeri vuruverirdi. Fransızlar topu pas ile içeri hiç sokmadan Parker’ın penetreleri ve diğer oyuncuların dış şutlarıyla tek düze ve sıradan hücumlar yaparak ekmeğimize yağ sürmüş oldular.
Maç boyu çok üst düzeyde savunma yaparak oynadık hemen her pozisyonda yenilmemeye çalıştık ama alan savunması ve Oğuz’un sırtı dönük oyunları galibiyetin kapısını açan anahtarlar oldular.
Son yıllarda Fransa basketbolu giderek Amerikan basketboluna doğru koşar adımlarla ilerliyor. Fakat atladıkları bir nokta var; Amerikan basketbolunda dahi yeni oyuncular için yapılan; şut antrenmanı yerine sıçrama antrenmanı, top sürme yerine sadece crossover çalışması, beyni geliştirme yerine de sürekli vücutlarını geliştirmeleri eleştirilen konuların başında geliyor.
Yıllar önce baktığımız da Fransız takımları hep disiplin ile oynayan basketbolu iyi bilen, Yann Bonato, Gadou kardeşler, Rigadueau, Sciarra, Julian, Foirest hatta Weis gibi beyaz oyuncuların yanında önce Risacher,Jim Bilba sonrada Alain Digbeu (Air France), Moustapha Sonko gibi oyuncuları gördüğümde ‘’Fransa da zenci çok neden basketbol oynamıyorlar? , çok başarılı olurlar’’ diye kendi kendime sorar dururdum.
Sonra Pietrus kardeşlerin ortaya çıkması ve ilk olarak 2001 Avrupa şampiyonasında Ankara da izlediğim Tony Parker’ın katılımı ile Fransızlar yavaş yavaş eski basketbollarını bırakıp takıma katılan Tariq Abdul-Wahad, Boris Diaw, Jerome Moiso , Ronny Turiaf, Mamoutou Diarra, Mickael Gelabale, Johan Petro, , Yakhouba Diawara, Tariq Kirksay, Joseph Gomis gibi zenci basketbolcuların çoğalması ile Amerikanvari bir basketbol oynamaya başladılar.
Bu değişimi yaparken çok önemli bir şeyi atladılar; Eğer doğuştan gelen ırksal özelliklerini Avrupa basketbolu ile birleştirebilselerdi bugün uluslararası turnuvaların hepsinin en önemli favorisi Fransızlar olurdu. Düşünsenize Amerikalılar gibi fizikli, kaslı, hızlı, koşan, sıçrayan, Avrupalı gibi şut atan, savunma yapan, ikili, üçlü oyunları, alan savunmasını yapabilen bir takım herkesin korkulu rüyası olurdu. Son olimpiyatlarda gördük ki Amerika takımı sadece fiziksel olarak Arjantin ve İspanyol basketbolunun ötesindeydi ama bu fiziksel güç anormal değerlerde üst seviyede olunca önlerinde hiç kimse duramadı ve yaşanan büyük hezimetlerden sonra nihayet birincilik kürsüsüne çıkmayı başardılar. Tabi Ginobili ve Calderon’un sakatlıkları da kürsünün tepesini Amerikalılara açan etkenlerden biriydi.
Son olarak bugün anlamlı bir törenle onurlandırılan milli takımın ve Fenerbahçe’nin büyük yıldızı İbrahim Kutluay’ın Tanjeviç tarafından kulübünden aforoz edilmesine hala bir anlam verebilmiş değilim. Benetton Pittis’i, Real Madrid Hereros’u, Zalgiris Sabonis’i basketbolu bıraktıkları zamana kadar kadrolarında tutarak simge isimlerine vefa göstermişken en az 3 yıl daha oynayabilecek kapasitesi olan Kutluay’a kulübü neden sahip çıkmıyor bir türlü anlamlandıramıyorum.




İlker KESER/basketci14@gmail.com

This entry was posted on 10 Eylül 2008 Çarşamba at 14:37 . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

0 yorum

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails