SHOW TİME  

Posted by basketçi

SHOW TİME

All Star organizasyonunun bir an önce kabuk değiştirmesi gerekiyor. Ligimizin yerli ve yabancı oyuncularını karşı karşıya getiren organizasyonu büyük bir zevkle izledik. Artık klişe olduğu ve mucizeler olmadıkça klişe olarak kalacak olan sonuçla yabancılar şov maçını kazanmayı bildiler. All Star maçının oyuncu seçimini bir an önce değiştirmek gerekir.

Aslında Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Ülkemizde yapılan All Star maçlarının ilkleri Asya-Avrupa maçı olarak oynanmıştı, Fast Break dergisinde verilen oyuncu seçimlerini büyük bir iştahla doldurup yollamıştım. İlla Avrupanın diğer ülkeleri gibi yerli ve yabancı karması yapmak zorunda mıyız? Hele İtalya eskiden yerli oyuncularına milli takım forması giydiriyordu, komedi gibi, sanki milli takımları hazırlık maçı yapıyormuş gibi oluyordu.

Asya-Avrupa maçı her zaman denk gelmez oyuncular arada bir; bir yerde birikebilir diyorsanız ki malum Avrupa’dan sadece İstanbul takımları var ve o takımların sadece bir kısmı Avrupa yakasında.

O zaman size haklı olabilirsiniz derim ama yinede bu yöntemden çok daha iyi olduğunu düşünüyorum Bir diğer fikrim ise takımların Avrupa Karması ile Dünya Karması olarak adlandırılması olabilir. Her iki takımın başına da ‘’TBL’’ markamızı ekleriz olur biter. Avrupa karmasında yerli oyuncularımızla birlikte yaşlı kıtanın diğer üyeleri mesela bugün sahada olan eski Beşiktaşlı yeni Kepezli Ruziç Avrupa Karmasında forma giyerken; Mark Dickel, Pero Cameron yâda Efes’in almayı planladığı Bradshaw gibi Yeni Zelandalılar ile Amerikalılar, Afrikalılar vs. Dünya Karmasında mücadele ederler. Maksat ilgiyi ve seyirciyi arttırmak ise bir an önce bu tercihlerden birisi yapılmalı, yoksa her ne kadar bu bir şov olsa da hep yenilmek hoşuma gitmiyor.

UÇTU UÇTU WHİTE UÇTU

James ‘’Flight’’ White yaptı yapacağını, smaç yarışmasından önce herkes onun kazanacağından emindi ama bu kadarını kimse kestiremezdi. Bu smaçları NBA all star smaç yarışmasında yapsa orda dahi kimseyi tanımaz direk ve uzak ara smaç şampiyonu olurdu. Ağzım açık kaldı resmen. Herhalde Pazar gününden itibaren bütün dünya televizyonları bu smaçı hafta boyu tüm basketbol programlarında yayımlayacaklardır. Youtube da en çok tıklanan klip olacaktır. Adam resmen uçtu, jüri keşke Oyak Renault oyuncusu Richard Chaney’e devamlı 50 puan vermeye devam etseydi de James ‘’Flight’’ White’dan daha fazla smaç izleyebilseydik.

Şut yarışmasını kazanan Tofaş orijinli Casa Ted Kolejliler oyuncusu Ömer Ünver yarışmayı kazanmasının yanı sıra herhalde bir de rekor kırdı;3 sayı yarışmasında en fazla şut deneme rekoru J.

Gelelim maça, yabancı karmasının ne kadar güçlü olduğunu koç Blatt’ın 4. ülkedeki 4. all star maçım ama daha önce bu kadar iyi bir takımım olmadı sözleri ortaya koyuyordu. Bu kadar iyi bir takıma Türk oyuncularımız oldukça iyi mücadele ettiler ama sonunda güçlü olan taraf kazanmayı bildi. Türk oyuncularımız içerisinde Lütfi Arıboğan ile birlikte Adana’dan çıkan en büyük basketbolcu olan Haluk Yıldırım ve abisi Muratcan gibi yıldızı Beşiktaş da pırıl pırıl parlayan Sinan Güler idi. Yıllar önce bir seminerde ilk parladığı dönemlerde babaları Necati Güler’e siz mi daha iyiydiniz yoksa Muratcan mı? Diye sorduğumda henüz tanınmayan Sinan’dan bahsetmiş ve yeni bir Güler’in bugünlerde damgasını lige vuracağının sinyalini vermişti.

Organizasyon da verilen ödüllerin de oldukça tatminkar ve sponsor firmalar Powerade ve Beko’ya yakışır olduğunu belirtmek lazım. Quentin Hosley maçın sonunda MVP olarak bu sezon ki mükemmel oyununu da taçlandırmış oldu.

İLKERKESER/basketci14@gmail.com

EFES BU NOKTAYA NASIL GELDİ  

Posted by basketçi

Eskiden olsa giden oyuncuların yeri bir şekilde hemen doldurulurdu. Yeni yabancı arayışları başlar bir an önce ligde varsa ligde, boşta varsa boştan, İtalya İspanya 2. liglerine kadar araştırılır mutlaka bir yabancı oyuncu alınırdı. Mesela Larry Richard sakatlandığında İtalya 2. liginden Tim Burroughs diye bir oyuncu apar topar gelmişti ve ilk kez Mersin’deki Türkiye Kupası dörtlü finalinde oynamıştı.

Hatta yabancı transferi ya tutmazsa diye yerli oyunculardan bir demet yapılıp araya serpiştirilirdi. Bu kadar zaman geçti ne gelen var ne giden.

Efes Pilsen takımı kendi kuyusunu kendisi kazdı; Avrupa şampiyonu olduğu ve ligi kasıp kavurduğu dönemlerde kadrosunda mükemmel ve pahalı yabancılar vardı ama Ufuk Sarıca, Volkan Aydın, Tamer Oyguç, Murat Evliyaoğlu, Hüseyin Beşok, Mirsad Türkcan gibi kaliteli yerli oyuncuları olmasa o başarılar asla gelmeyecek idi.

Efes Pilsen son yıllarda hep verdi. Hidayet Türkoğlu ve Mehmet Okur NBA’e gittiler. Dolayısı ile onları tutmak zaten imkânsızdı ama sonuçta kadrolarından eksilen en önemli iki oyuncu idi bu isimler. Sonra yurtdışına giden Mirsad Türkcan, Hüseyin Beşok gibi oyuncular geri dönüşlerinde Efes Pilsen yerine başka kulüplere gittiler. Belki Mirsad ve Hüseyin gibi Efes Pilsen forması altında izlemeye alıştığımız oyuncuların gerek ayrılış biçimleri gerekse yaşları itibarı ile geri dönememeleri ve kadroda düşünülmemeleri normal karşılanabilir.

Zaten Efes Pilsen’in kadrosunun içinin boşaltılması adeta hortumlanması yukarıda adı geçen 4 oyuncunun takımda olmaması ile değil, Ömer Onan ve Kerem Tunçeri gibi tecrübelerine rağmen o dönemde oldukça genç olan iki oyuncunun takımda tutulmaması ile boy göstermeye başladı. Nitekim Ömer ligin son iki yılında play ofları domine ederek takımlarını şampiyon yaparken Tunçeri de Efes Pilsen’den ayrıldıktan sonra gittiği Beşiktaş’ı yeniden zirve takımı yaptı ve oradan transfer olduğu Real Madrid de geçen sene takımının çifte şampiyon olmasında büyük rol oynadı. Eğer ki geçen sene Ender kiralık kontratının sonunda Tau ile anlaşabilseydi belki bu sezon oda takımda olmayacaktı. Nitekim yine geri dönüşü sağlanamayan Kaya Peker takımı Beşiktaş’ı hem ligde hem de Avrupa da şampiyonluğa doğru emin adımlarla taşıyor. Geri dönüşü sağlanamayan oyunculara Efes Pilsen ile Gençler Türkiye Şampiyonluğu bulunan ve şampiyonada MVP seçilen, NCAA sonrası Benetton ile anlaşan Engin Atsür’üde ekleyebiliriz.

Efes Pilsen bu klâs oyuncuları kaybettiği gibi, her zaman gurur duyulan altyapısından gelen oyunculara da burun kıvırmaya başladı. Kulüp; altyapısından çıkıp gelen oyunculara bir türlü sahip çıkamadı.

Düşünün Efes Pilsen devamlı oyuncu yeme güdüsü taşımasaydı ve altyapısından çıkan oyuncuları gerek kiralayarak gerekse pilot takımı ile bir şekilde kendisine bağlı tutsaydı ortaya şöyle bir kadro çıkabilirdi.

Kerem Tunçeri, Engin Atsür (Engin’i geçen sene almak istediler ama yerli oyuncu ile imza haklarını doldurmuşlardı (bu nasıl saçma bir kural ise)),Ender Aslan, Barış Ermiş (geçen sene Telekom da hiçte fena değildi ama bu sene Karşıyaka da çok çok iyi oynuyor)

Tufan Ersöz (onu ilk kez yıldız takım da Efes forması ile izlemiştim bu sene Galatasaray da adeta coştu) Erkan Veyseloğlu, Valentin Pastal, Cenk Akyol(taş her zaman yerinde ağırdır.) gibi altyapıdan yetişen ve şu an da başka takımlarda başarı ile mücadele eden basketbolcular ile…

Dışarıdan geri dönüşü sağlanamayan ama Efes ile büyük basketbolcu olan Beşok, Mirsad(en azından Beşok olsaydı) ve hepsinden önemlisi Kaya Peker ve şu an takımda olan Mustafa Abi, Kuqo, Gönlüm ile yabancısız dahi mükemmel bir takım olurlardı.

Tabiî ki yabancısız bu iş olmaz ama yukarıdaki satırlarda da belirttiğim gibi bu kaliteli yerlilerin yanına süper yabancılar ile takım yine eski günlerindeki gibi olabilirdi.

Hatta Solomon keşke küstürülmese idi diyenleriniz var mı?

Ya da Haislip kazanılabilirdi en azından bir yıl daha tutulabilirdi diyeniniz var mı?

Takıma kaç tane yabancı oyuncu alırsan al, yerli oyuncu kaliten düşük olduğu vakit sonuca varamıyorsun.

Ligi yerli oyuncularla oynamak zorunda olduğunu sene başında unutan yönetim, ne ligde nede Avrupa da başarılı olabildi. Hafta içi ayrı hafta sonu ayrı süre alan yerli ve yabancı oyuncular bir türlü ritim bulamadılar. Hatırlarsak daha önce Avrupa şampiyonluğu için takıma monte edilen Karasev yabancı oyuncu kısıtlaması olduğu için ligde forma bulamıyordu ve sezona iyi başlamasına rağmen sezonun sonuna doğru form grafiği devamlı olarak düşüş gösteriyordu. Bir oyuncu ile bu kadar sorun yaşamışlık varken üç oyuncu ile sorun yaşamamayı nasıl düşündüler anlamıyorum.

Geçmiş yıllarda Mahmuti’nin iyi yaptığı şeylerden biriydi bu, LaRon Profit, Goran Nikolic, Dusan Kecman, Jurica Golemac hatta Nikola Prkacin ve Antonio Granger gibi ligde de yerli oyuncuların arkasından gelen iyi yedek oyuncular ile yabancı oyuncu kontenjanını dolduruyorlardı. Böylece hem ligde hem de Avrupa da mücadele eden takım aynı kurgu ile rotasyonu bölüşebiliyorlardı.

Yazımı memurlar.net sitesinin forumlarında yazışan iki arkadaşın yazdıklarını buraya taşıyarak sonuca bağlamak istiyorum:

14 Mart 2008 00:04 ortizz

efes pilsen gittikçe irtifa kaybediyor..bence suları ısınıyor..keşke radikal bir karar verseler de gelecek sezon gs nın bünyesine katılsalar.40 yıllık çınarda ciddi sos lar alıyorum,tabi özilhan tam bir dava adamı olması işi güçleştiriyor..efes pilsen ciddi ciddi el de averaj takımlığına gidiyor.böyle yapacaklarına gs veya bjk ya yol versinler..en azından basketbolun izlenirliğini arttırırlar..kısaca efes partizan önünde berbat bir oyun sergiledi..

14 Mart 2008 14:21 ugurdepe

efes'in yabancılarına bu kadar kolay yol vermesi, şubeyi kapatacaklar konusunda bende de şüpheler uyandırdı. tuncay özilhan'ın sıkı bir beşiktaşlı olması bizim forumlarda sürekli dillendiriliyor. özellikle ülker'in kapatılması efes organizasyonunun devamlılığını sorgular hale getirdi.

İLKER KESER/basketci14@gmail.com

www.basketbolhaber.com  

Posted by basketçi

www.basketbolhaber.com

MAHŞERİN 3 ATLISI  

Posted by basketçi

Bu sene Boston muhteşem tarihinin duraklama döneminden yeniden yükselme dönemine geçmek için harika bir trio oluşturdu. Bu trio efsane 3 tenorun Jose Carreras , Placido Domingo ve Pavarotti'nin ses gücüne ve Mazhar-Fuat-Özkan’ın müthiş ses uyumuna denk gelebilecek bir melodide rakiplerine melodram yaşatacak kabus gösterecek bir uyum ile oynuyorlar.

Boston takımı sene başında zaten Garnet’i alarak final yoluna çıkabilecek seviyeye gelmişti ama üzerine Ray Allen da eklenince finallerin yolu biraz daha otoban edasıyla geçilebilecek düzeye geldi.

Boston takımının kadrosuna baktığımız zaman sanki diğer oyuncular biraz vasatmış gibi görünebilir fakat özellikle uzun oyuncular Kendrick Perkins , Glen Davis oyun kurucu Rondo ile beklenenin üzerinde katkı yaparak kendilerini uvertür şarkıcı yerine koydurtmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Kanımca tek problemleri tecrübe eksikliğinden dolayı faul problemine çabuk girmeleri. Katkı veren bu gençler ile birlikte her an skor yapabilecek potansiyele sahip Eddie House.Dış oyuncuların savunulmasında, kritik üçlüklerde; şampiyonluk yolunu daha önce yürüdüğü için iyi bilen James Posey ve uzun zorlu play off maratonunda rakip uzunların arkasında çekinmeden durmaya hazır Scot Pollard gibi tecrübeli isimlerde kadroda. Ayrıca her takımının kimyası için gerekli arkadaşlık tohumlarını ekip salgılayan Brian Scalabrine de takım kadrosu içerinde yer alıyor.

Tüm bu oyunculara bakarak ortada kötü bir şablon var diyemeyiz ama ele avantaj yaratacak bir takas ya da transfer çıkarsa kesinlikle kaçırmamak lazım, özellikle tecrübeli bir oyun kurucunun kadroya dahi edilmesi takımın önünü daha iyi görmesini sağlayacaktır. Bu isim daha öncede Celtics forması giyen Garry Payton olabilir.

Gelelim mahşerin 3 atlısına. Boston tarihi hep yıldız oyuncularla ve onların oynadığı takım oyunu ile şampiyonluklara ulaşmıştır. İşte bu üçlüde daha önceki başarılı Boston takımlarının süper yıldızları olan Bob Cousy, Bill Russel; Dave Cowens, John Havlicek ve en son şampiyonluğa ulaşan Robert Parish Kevin McHaleve Birdlü takım gibi paylaşımcı, yüksek ıq’lu ve göze hoş gelen bir basketbol oynuyorlar. O takımlardan beklide tek eksikleri son şampiyonluktan yani 85–86 dan Danny Ainge’in yaptığı bir araya getirici ve yönlendirici katkıyı yapacak bir oyuncuncun olmaması ve bu durumu az biraz da olsa artıya çeviren Ainge’nin takımın genel menajeri olması, hiç olmazsa tecrübesini takıma aktarabilmek için takımın hep yanında olması.

Garnet-Pierce-Allen triosundan sadece takım kaptanı Paul Pierce topu elinde tutan rakibi ekarte edip potaya yönelen veya kendi şutunu ortaya çıkarabilen tipte oynuyor basketbolunu diğer iki yıldız ise Allen ile üç sayı çizgisinde, Garnet ise alçak post seviyesinde etkili rakibe hükmeden bir oyun oynuyorlar. Piercenin topu elinde tutması rakip savunmaların ilgisini üzerine çekmesine sebep oluyor, odak oyuncu Pierce olunca hem Ray Allen daha kolay şut pozisyonu buluyor hemde pota altında Garnet’e cirit atacak daha fazla alan kalıyor. Üstelik top Garnet’e indiği zaman rakip savunmalar Shaq yâda Duncan’a yaptıkları ikili sıkıştırmaları o kadar kolay yapamıyorlar çünkü Gernetin topu dışarı çıkardığı anda Nba’in en tehlikeli ve keskin şutörlerinden ikisinin o takımda oynadığını biliyorlar. Allen da Pierce da bu sayıları kolaylıkla atan ve bu pozisyonları seven oyuncular.

Takım hakkında yapılan en büyük eleştiri ise çok iyi niyetli süper yıldızların bir arada oynarken birbirlerine ve hatta daha fazlada diğer takım arkadaşlarına ikramda bulunmayı seviyor olmaları ve bunu biraz abartmaları diyebiliriz.
En son Boston’u Chicago karşısında izledim, bu maçta birçok pozisyonda bu üçlü kendileri sayıya ulaşabilecekken pas vermeyi tercih ettiler ve zaman zaman gereksiz top kayıplarına bile neden oldular.

Özellikle play of zamanı bu üçlü iyice acımasız olmalı ve her biri oyunu Kobe bakış açısı ile oynamalı, zaten bu üçlü ayrı ayrı kendi pozisyonunu dolduran rakip oyunculara üstünlük kurar ve hâkimiyet sağlarlarsa rakip takım her kim olursa olsun şansı olmaz diye düşünüyorum.

Bakalım Boston Celtics beklentileri karşılayabilecek mi? Senenin sonunda arzu ettikleri ve özledikleri şampiyonluğa ulaşabilecekler mi?

Nba de Boston Celtics, New York Knicks, Los Angeles Lakers gibi takımlar bizim ülkemizin üç büyükleri gibidir ve bu takımlar uzun süre şampiyonluk yaşayamazlarsa bizde görülen etkiler aynen orada da görülür. l.a Lakers şampiyon olalı çok uzun bir zaman olmadı Boston Celtics bu sene bu şampiyonluk için gerekli adımı attı darısı New York Knicks’in başına.



İlker KESER

 

Posted by basketçi


TOPU SOLOMON’A VER VE BİTİME NE KADAR KALDIĞINI ONA BİLDİR  

Posted by basketçi

Fenerbahçe Ülker Spor her maçı aynı taktik ile oynuyor. İşte usta koç Tanjeviç’in taktiği:
Tecrübeli ve derin kadronla maçı sonuna kadar taşı, maçın sonunda ver topu Solomon’a maçı sana alsın. Bu avrupada da ligimizde de değişmeyen bir senaryo. Aslında bu taktiği kenarda oturan Nedim Karakaş dahi verebilir. Aslına bakarsanız kazandığın ve şampiyon olduğun sürece bu taktikte fena bir taktik değil. Önemli olan bu plan bozulduğu zaman neler yaptığındır.
Maç tam da Fenerbahçe Ülker’in istediği yöne doğru gidiyordu maçın bitimine 5 dakika kalasıya kadar maç kafa kafaya idi, sonrasında Solomon gereksiz bir faul yaptı ve hakemde haklı olarak düdüğünü üfledi ama Solomon düdüğe tepki gösterinde hakem yine haklı olarak bu kez teknik faul çalmak için düdüğüne sarıldı ve Solomon beşleyerek saha dışına çıktı.
İşte bu andan itibaren usta koç Tanjeviç’in iplerini eline alacağını, oyuna hükmedeceğini düşündük.
Tam da maçı nasıl bir taktik ile çevireceğini merak ederken, Fenerbahçe Ülker üçlükleri yağmur gibi potaya yağmaya başladı. Bir pas bilemedin iki pas hooop üç sayı yolladılar ama demirci ustası gibi habire potanın demirini dövdüler. Açıkcası bu taktiği bırakın Sayın Karakaş’ı Fenerbahçe minik takımından herhangi bir oyuncu dahi verebilirdi.
Maçta iki takımın koçuna kameralar zoom yaptığında Orhun Eneyi devamlı oyuncularını alkışlarken hatalarında olsun ama bir daha yapma dikkat et tarzı mimikler sergilerken gördük, Tanjeviç ise her an 37 yaşındaki oyuncusundan 19 yaşındakine Amerikalsılısından Rus kökenlisine kadar herkesi azarlarken gördük.
Orhun Ene Boris'i bir ara silah olarak kullanmaktan dahi kaçınmayıp tecrübeli oyuncusundan 3–5 dakika üst düzeyde faydalanıp ondan verim alırken Tanjeviç yaşlı Real Madrid oyuncusu 29 yaşındaki Kerem Tunçeri’nin yerine milli takıma aldığı Hakan'ı 37 yaşındaki Damir Mrsıç'in arkasında 3. oyuncu olarak sahaya adım dahi atmadığını gördük.
Orhun Ene'nin yabancı oyuncu tercihlerinin banko olduğunu ve tam verim aldığını Fenerbahçe Ülker’in yabancı oyuncularının ise kimi zaman zarar verdiğini henüz çok tecrübesiz olduğunu gördük.
Fenerbahçe Ülker Sporlular yatıp kalkıp Solomon gibi eşsiz bir oyuncuya sahip oldukları için dua etsinler Solomon olduğu sürece Fenerbahçe Ülker kolay kolay maç vermez ama olmadığı anda Fenerbahçe Ülker’in maç kazanma şansının dahi olmadığını hepimiz gördük. Aydın Örslü Efes Pilsen’in adı Peter Pilsen’e çıkmıştı belki ama onun yokluğunda final four yapamasalar bile Treviso ve Zagrep’e karşı maç kazanmayı başarabilmişler ve en azından hiç bir şekilde ezilmemişlerdi çünkü belirli bir sistem ile oynuyorlardı. Fenerbahçe Ülker’in ise tek bir sistemi var topu Solomon’a ver ve maçın bitmesine ne kadar kaldığını arada ona bildir

TÜRK TELEKOM ANKARA-EFES PİLSEN
Telekom-Efes maçı iki gece önce izlediğim Miami-New Jersey maçından çok daha zevkli idi. Hele Wade ile Jasson Williams’ın crossoverları olmasa Kidd’in pasları olmasa hiç izlenmeyecek. Efes Pilsen sadece ligde değil avrupada da maç maç dengesiz oyunlar sergiliyor bazen öyle bir oynuyor ki işte Avrupa şampiyonu diyorsun bazen de öyle bir oynuyorlar ki hemen koç dahil takımın tamamını yollamalı diyorsun. Bu tabloyu ortaya çıkartan dengesizlik ise yerli oyuncu rotasyonunun Sarkanın sakatlanması ile beraber 4’e düşmesi. Dahası hafta içi ortalama 15 dakika oynayan yerliler(Kızılderililerden bahsediyormuşum gibi oldu: P herhalde daha az Red Kit okumalıyım) hafta sonu ligde 25 dakika ortalama ile oynuyorlar. Aynı durumu tersine yabancı oyuncular içinde çevirebiliriz. Bu da takım içi dengelerin bir türlü oturmamasına neden oluyor, bırakın maç maç dengesiz oyunların ortaya çıkmasını aynı maçın için de dahi inanılmaz derecede inişler ve çıkışlar ortaya çıkıyor.
Gelelim maça; Türk Telekom Michael Wright’ı hala arıyor o sakatlanmammış olsaydı Ankara’ya bahar şimdiden gelmişti ama basketbol vahlarla oynanmıyor. El Âmin bugün oyunu almak için var gücü ile çalıştı ama bana göre bugünün Telekom açısından yıldızı Tutku idi, adam Hagi ayarında Sergen ayarında Zidane ayarında milimetrik paslar attı. Şimdi demeyin el ile atmak ayak ile atmaktan daha kolay diye, çünkü basketbolda el ile pas attığın gibi o elle atılan pası ahtapot gibi kollarla kesmende çok daha kolay. Her Telekom yazımın klişesi oldu ama Tutku gibi bir oyuncu nasıl milli takımda olmaz insanın basketbol mantığı da almıyor normal zekâsı da almıyor, bünyeside kabul etmiyor.
Bekir Yarangüme tüm basketbol oynamak isteyen oyunculara örnek olmalısı gereken bir oyuncu. Herhangi bir büyük takımın altyapısından gelmeden dişi ile tırnağı ile kazıyarak 2. ligden bugünlere geldi. Onun sitilinde bir orijinal 2 numara ülkemizde yok gibi. Onu da milli takım için düşünülmeye başlanılması lazım. Mersin de Polat Kaya Bekir tarzı oynayan bir oyuncu bir kaç maçtır dikkatimi çekiyordu ama dün oldukça beğendim sadece oyununu maçın her anında aynı konsantre ile devam ettirmeli. Üst üste 4 tane üçlük soktuktan sonra yüzünün şekli değişti. Hemen bir dip not Banvitte oynayan Yunus Çankaya da bu yolda ilerliyor.
Konuyu fazla dağıtmayalım, Efes Pilsen maçın sonunda El Amin’e çalınmayıp Scoonie Pen'e çalınan düdükler ile maçı kopartmayı bildi ama maçı almalarına esas sebep hakemler değildi, oyunun genelinde arada düşüş sergileseler de iyi bir oyun sergilediler ve maçı hak ettiler. Maçın son 30 saniyesinde Telekom da Haluk Yıldırım 7 sayı 1 top çalma ile oynaması da ayrı bir güzellikti.
Dünkü oynanan Mersin Büyükşehir Belediyesi-Beşiktaş Cola Turca maçında Mersin Büyükşehir Belediyesi başkanı Macit Özcan’ın maçın yorumcusu olan eski Çukurovalı basketbolcu İhsan Bayülgen’e plaket vermesi çok güzeldi. Ne demişler yarım elma gönül alma.





İLKER KESER
basketci14@gmail.com

 

Posted by basketçi


ÇAKMA NBA TAKIMI  

Posted by basketçi

Asvel takımı hemen her mevkide inanılmaz derecede atlet, güçlü, kuvvetli oyunculara sahip bir ekip. Son yıllarda Fransa ulusal takımında da seyir eylediğimiz üzere, Fransa basketbolu giderek Amerikan basketboluna doğru koşar adımlarla ilerliyor. Fakat atladıkları bir nokta var; Amerikan basketbolunda dahi yeni oyuncular için yapılan; şut antrenmanı yerine sıçrama antrenmanı, top sürme yerine sadece crossover çalışması, beyni geliştirme yerine de sürekli vücutlarını geliştirdikleri eleştirilen konuların başında geliyor. Avrupalı oyuncular basketbol bilgilerini fundamentallarını geliştirirken Amerikalı oyuncular oyunu hızlı koşmadan ve sıçramadan ibaret olduğunu zannettikleri için uluslararası turnuvalardan son yıllarda hezimet ile ayrılıyorlar.
Yıllar önce baktığımız da Fransız takımları hep disiplin ile oynayan basketbolu iyi bilen, Yann Bonato, Gadou kardeşler, Rigadueau, Sciarra, Julian, Foirest hatta Weis gibi beyaz oyuncuların yanında önce Risacher,Jim Bilba sonrada Alain Digbeu (Air France), Moustapha Sonko gibi oyuncuları gördüğümde aklıma hep ‘’Fransa da zenci çok neden basketbol oynamıyorlar? , çok başarılı olurlar’’ diye kendi kendime sorar dururdum.
Sonra Pietrus kardeşlerin ortaya çıkması ve ilk olarak 2001 Avrupa şampiyonasında Ankara da izlediğim Tony Parker’ın katılımı ile Fransızlar yavaş yavaş eski basketbollarını bırakıp takıma katılan Tariq Abdul-Wahad, Boris Diaw, Jerome Moiso , Ronny Turiaf, Mamoutou Diarra, Mickael Gelabale, Johan Petro, , Yakhouba Diawara, Tariq Kirksay, Joseph Gomis gibi zenci basketbolcuların çoğalması ile Amerikanvari bir basketbol oynamaya başladılar.
Bu değişimi yaparken çok önemli bir şeyi atladılar; Eğer doğuştan gelen ırksal özelliklerini Avrupa basketbolu ile birleştirebilselerdi bugün uluslararası turnuvaların hepsinin en önemli favorisi Fransızlar olurdu.Düşünsenize Amerikalılar gibi fizikli,kaslı,hızlı,koşan,sıçrayan,Avrupalı gibi şut atan,savunma yapan,ikili ,üçlü oyunları,alan savunmasını yapabilen bir takım herkesin korkulu rüyası olurdu.Şimdi ise bu halleri ile Amerikalılar bile yenilirken onları kimse hesaba katmıyor.
Bu akşam ki Asvel takımı da sahada sanki bir NBA takımı olmaya çalışan ama anca ‘’çakma NBA takımı’’ olabilecek bir takım izlenimi yarattı bende.
Sahadaki oyuncuların çoğu bizim Murat ve Cenk’e oranla çok daha hızlı koşuyor ve sıçrıyordu,boyları bizimkilerden çok daha uzun , bizimkilere oranla oldukça size’lı ve kuvvetliydiler ama bizim oyuncularımız cut’lardan ne zaman çıkacaklarını çok daha iyi biliyorlardı,screen’lerden geçişi çok daha iyi yapıyorlardı,doğru şut tercihinde bulunuyorlar ve şut fundamental’ları rakip oyunculara oranla Foirest hariç hepsine göre üst düzeyde idi.Bu da bizim oyuncularımızın Asvel oyuncularına üstün gelmesini sağladı.
Galatasaray Cafe Crown maçı sonuna kadar büyük bir disiplin ile oynadı ve hepsinden önemlisi resmen sabretti.Maçın anahtarı da bu sabır oldu.Koç Murat Özyer takımını oyun kurucusuz oynamaya çok iyi hazırlamış hatta takım oyun kurucusuz oynamaya o kadar iyi şartlanmış ki gerçek oyun kurucu Cüneyt ile oynanan dakikalar takımın en kötü oynadığı dakikalar idi.
Gerçek oyun kurucu deyince ;rakip Asvel takımı bu yetenekli oyunculara eğer biraz paraya kıyıp eski oyuncuları bir dönem Ülker’de de oynayan Delaney Ruud tarzı oyunu iyi yöneten ve öldürücü şutu olan bir oyun kurucu alsalar imiş çok daha tehlikeli ve güçlü bir ekipleri olurmuş.

İLKER KESER
basketci14@gmail.com

 

Posted by basketçi


LİGİN KALİTESİ NEDEN ARTTI  

Posted by basketçi

İlk yarıya bakınca ligin kalitesinin oldukça arttığını görüyoruz. Tofaş’ın ligden çekilme kararı aldığı sezondan bu yana bu kadar iyi ve kaliteli oyuncuları aynı anda izleyememiştik. Peki, ne odluda lig bu kadar değerlendi?
Maçların televizyondan yayım hakkı tam bir muamma iken, havuz sistemi artık çökmek üzere iken, rica minnet maçları TRT ekranlarında ve oldukça kötü spikerlerin sesinden bazen 2. bazen 3. kanalda izlemeye çalışırken, NTV maçların yayım hakkına talip oldu. O zamanlar yapılan yorumlar nerdeyse aynı dilden çıkar gibiydi.
—Eğer NTV de kurtaramazsa hiç kimse kurtaramaz.
Olan oldu ve NTV başarılı yayımları ile basketbolu tekrar halkın gözünün içine soktu. Sonrasında SKY TÜRK Avrupa kupası maçları Türkiye Kupası maçları gösteri maçları derken çizgiyi bir üst seviyeye taşıdılar SKY TÜRK’ün yayımladığı Avrupa maçlarına Kanal 24’ün bu sene katılması, CNN TÜRK’ün Türk Telekom maçlarını vermesi ile takımlar televizyon ekranlarında daha fazla görünür oldular. Ben şahsen basketbol takımına yatırım yapan bir müessese veya sponsor olsam, takımımın her fırsatta televizyonda maçı yayımlansın isterim. Hafta sonu ligde, hafta içi Avrupa da, Türkiye Kupası turnuvalarında hafta boyu, ne güzel bedava reklâm benim için.
Kanal 24 ün ve CNN Türk’ün işin içine girmesi çok iyi oldu, çünkü SKY TÜRK tek kanaldan bu kadar takımın maçına yetişemezdi, hem kendi takımlarımızın maçlarını kaçırmıyoruz hem de ekran genişliği sayesinde bazen kanal 24 de bazen SKY TÜRK de diğer yabancı takımların maçlarını da kaçırmıyoruz.
Şirketlerin ve markaların piyasalarda en büyük var olma, adını duyurma nedeni; reklâmlardır. Bunda da en büyük pasta televizyon reklâmlarıdır. Şirketler basketbol takımlarımıza ve ligimize sponsor olarak haftada iki gün en az 1,5 saat isimlerinin bedava zikredilmesini sağlıyorlar. Takım ne kadar iyi olursa izlenilebilirliği de o oranda artıyor. Bir zamanlar Avrupa da mücadele edecek takım bulmakta zorlanırken, hatırlayın lige henüz yeni çıkan Banvit kimse kupalara katılmak istemeyince ilk yılları olmalarına rağmen Avrupa da boy göstermişlerdi. Şimdi ise ekranlardan hangi maçı izleyeceğimizi şaşırıyoruz, maçları yayımlayan 4 tane kanal var ve maçlar çakıştığı için devamlı kumanda elimizde bir o maça bir bu maça zaping yapıyoruz.
Lige yapılan yatırımın artması sebebiyle Beko TBL, daha önce hiç barındırmadığı kadar kaliteli klâs oyun kurucuları barındırıyor. Kulüplerimiz çok önemli ve iyi oyun kuruculara teslim edildi, her takım oyun kurucusu kadar konuşur mantığından yola çıkarsak bu sene bizim takımlarımız baya bir geveze diyebiliriz.
Takımlarımızın ilk yarıdaki oyuncularına bir göz atalım:
Hakan Köseoğlu (Kepez Belediyesi) :Asist kralından başlayalım. Hakan kariyerinin zirvesinde iken bir dünya kupası oynadı ve ne olduysa ondan sonra oldu, belki hiç düşüş yaşamadı ama o noktadan sonra bir sıçrayış yaptığını da gören olmadı. Bu sene Kepezin dümeni ona teslim edildi ve o bildiğimiz süratli temposuna takımı idare etme ve yönlendirme işini de özellikle bu sene çok iyi yapmaya başladı.
Hakanın basketbolunda bana göre tek problem şutunun bozuk olması. Etkileyici bir şutunun ve şut dinamiğinin olmaması Hakanın basketbolunu bir nebze savunulur kılıyor ama yinede ligin belki de en hızlı adamı.
Solomon (FB Ülker) :Sanki her istediğinde her şeyi yapabilecekmiş gibi duruyor sahada. Bu yeteneği ile ve istediği zaman yaptığı süper savunması ile NBA de olmaması çok garip. Dan Dickau’ların yıllarca oynadığı NBA de Solomon bulunmuyorsa bu işte bir gariplik yâda Solomon da bir gariplik var demektir.
Dalmau (BJK Cola Turka):Hızlı basketbolun en büyük ekollerinden biri Porto Riko’dan gelen oyuncu takıma şu an için sürat dışında pek bir şey verebilmiş değil ama diğer PortoRrikolu ile beraber oynadıklarında izlemesi çok keyifli bir basketbol ortaya çıkıyor. Mehmet Baturalp Porto Riko basketbolunu hep sokak basketbolu ile özdeşleştirir hakikaten iki Porto Rikolu tek potada 3 e 3 maç yapar gibi rahat hücum ediyorlar, hatta o kadar rahatlar ki bazen sorumsuzca ve dengesizce attıkları üçlüklerin girmediği zaman potalarına fast break yiceklerini unutuyor gibiler.

Henry Dobie (Casa TED Kolejliler):Daha önce Beykoz da oynayan oyun kurucu ne hacetse bizim Beykoz’dan bildiğimiz Dobie’nin uzağında bir basketbol oynuyor oysaki Beykoz da adeta tek başına aldığı birçok maç ve skorer oyunlarını hatırlıyoruz.
Tutku Açık (Türk Telekom):İnanılmaz bir pas yeteneği var ve topa çok hakim. Basketbol milli takımımızın en çok ihtiyaç duyduğu isim.
Dee Brown (GS Cafe Crown):Zen master akıl küpü, Utah Jazz bu adamı nasıl bırakmış mantığım hiç almıyor. Nesli tükenmekte olan bir oyun kurucu tipine sahip, takımını makine gibi takır takır yönetiyor. Yakın zamanda Avrupa basketboluna hükmedebilir.
Drew Nicholas (Efes Pilsen):Aslında iki numara oynuyor ama gerektiğinde Solomon tipi bir oyun kurucu olabiliyor ve o zamanda fizik üstünlüğü ile 2 numarada olduğu kadar olmasa da çok etkili olabiliyor.
Garry Neal (Pınar KSK):Sayı krallığında ilk sırada, Pınar KSK takımının en büyük şansı olan üç Amerikalının belki de en önemlisi, krtik anlarda topu sevmesi sorumluluk almaktan korkmaması en büyük avantajı. şutuda çok iyi.
Sconnie Pen (Efes Pilsen):Hala eksiği var gibi ama bence Avrupa’nın en iyi oyun kurucularından biri Cibona formasıyla izlerken hep hayran kalırdık ona, geçen sene Olympiakos ile çok kötü değildi ama gene de orda tutunamadı bakalım bu sene düşüş devam mı edecek yoksa yeniden zirveye mi koşacak. Son oynadığı Euro Leage maçları bize eskiye dönüş sinyalleri verdi.
Khaid Numan El Amin (Türk Telekom):NCAA’lerde onun maçlarını yıllar önce kabloluda NBC de izlerdim, sonra şut sokamaması nedeniyle Bulls’tan kesilmesini izledik. Artık şut ta sokabiliyor ve tüm ülkenin sevgilisi durumunda, onu sevmeyen birinin olduğunu tahmin dahi edemiyorum.
Mokongo (Banvit):Daha çok genç ve çok iyi oyuncu olmasına rağmen çok hata yapıyor. Çok iyi oynayıp takımını sürüklediği bir maçın sonunu elleri ile hediye edebiliyor. Banvit sezonun son iki maçında onun yerine Joseph Crispin ile anlaştı ve son iki maçta Crispin oynadı. İstatistikleri de gayet iyi idi.
Andre Woldrige (Oyak Renoult):Ligimizin gediklilerinden, yanlış hatırlamıyorsam 2 kez BJK da 3 kezd e Oyak Renoult da oynadı, ilerleyen yaşına rağmen hala etkili ve hala tehlikeli.
Grays (TT Net Beykoz):İki ucu keskin bıçak, rakibini de kesebilir sizi de.
Barış Ermiş (Pınar KSK):Çok güçlü bir oyuncu ve hepsinden önemlisi özgüveni var. Top sürme hâkimiyetini geliştirirse milli takım iyi bir oyun kurucu kazanır.
Ender Aslan (Efes Pilsen):Hayatımda izlediğim en savruk adamalardan biri. O kadar dengesiz oynuyor ki bazen o dengesizlikten mucizevî atışlar ortaya çıkabiliyor. Gene de Efes Pilsen kadrosu onsuz düşünülemez bence.
Kevin Braswell (Mutlu Akü Selçuk Üni.):Geçen seneki Solomon gibi oynamaya çalışıyor yani her topu ben atim istiyor. öyle bir oyun kurucu ki sıkışmadığı sürece pas dahi atmıyor ama top ile çok iyi oynuyor dripling ve adam geçme fundementali çok iyi, zorlamasa iyi de bir şutör, eğer Avrupa basketboluna uyum sağlarsa iyi bir oyuncu adayı.
2. yarı kalitenin daha da artması temennisi ile….




İLKER KESER/basketci14@gmail.com

 

Posted by basketçi


AKILOYUNLARI  

Posted by basketçi

Kural gayet basit, kendi sahandan topu 8 saniye içerisinde karşı sahaya geçirmek zorundasın ama maçın bitmesine sadece 6 saniye var ise bunu yapmak zorunda değilsin.
Telekom’da rakibin hiç beklemediği bir şekilde bunu yaptı ve topu ileri doğru sürmek yerine geriye doğru sürdüler ve şaşkın Yunanlılar faul dahi yapamadılar.
Buna benzer bir şeyi yıllar önce bu maçın yorumcusu da olan Ufuk Sarıca İtalya’da yapmıştı.
Milano Gentile ile 3lük bulmuştu ve tam saha baskı yapmak üzere sahaya dizilmişti ama bir tuhaflık vardı, topu kenardan oyuna sokmaya giden Ufuk Sarıca maçın bitimine 4 saniye kala topu bir türlü oyuna sokmuyordu. Murat Murathanoğlu Ufuk'un niyetini anlamıştı ve kupa bizim kupa bizim diye bağırmaya başlamıştı bile.
Hemen bunu üzerine Orhun Ene'nin oyunun sonlarında süreyi durdurmak için top çıkaran oyuncunun elindeki topa vurarak süreyi durdurması ve hakemin bir daha yaparsan teknik faulu çalarım işareti gözümün önüne geldi. Hatta Orhun bununlada yetinmeyip ikinci seferde aynı şeyi yapıp hiç süreyi işletmeden rakip takımı serbest atış çizgisine götürürdü.
Daha sonraları Ufuk Sarıca'nın ve Orhun Ene'nin bu kıvrak zekalrı sonucunda ortaya çıkan durumları önlemek için kurallar değişti, artık oyunun son 1 dakikasında her ne olursa olsun basketten sonra bile süre çalışmıyor ve topu kenardan çıkartan oyuncuya müdahele edilirse 2 atış ve rakibin topu kenardan oyuna sokması ile cezalandırılıyorsunuz. Fiba belkide bu kuralların adını Ufuk Sarıca Orhun Ene kuralı olarak koyup öyle değiştirmeliydi.
Kim bilir Panionios maçının son saniye taktiğini veren Ercüment Sunter'de Fiba'da bir kuralın değişmesine neden olur bu taktiği ile. Fiba şöyle diyebilir; mola alarak yarı sahadan oyuna başlayacak olan takımlar kendi sahalarına topu pas olarak kullanırlarsa yarı saha olarak cezalandırılır ve top rakibe geçer.
İLKER KESER

TANJEVİÇ GÜNCESİ  

Posted by basketçi

Tanjeviç yapı olarak çok eski tarz ve eski kafalı bir çalıştırıcıdır. Basketbolu çok iyi bilir ama her basketbolu iyi bilen iyi öğretecek diye bir şey söz konusu değildir üstelik her iyi bilenin bildiğini öğretme metodu farklılıklar gösterir ve bu metotların her topluma uymasını asla bekleyemeyiz.
Tanjeviç yapı olarak devamlı bağırıp çağıran, oyuncularını her an azarlayan fırçalayan sanki hiçbir şeyden memnun değilmiş gibi tavırlar sergileyen bir yapısı var.
Bu tarz bir hoca tabiî ki koskoca Avrupa şampiyonasına giderken; onca eksiğine rağmen Mirsat , Ömer , Hüseyin gibi oyuncuları götürmeyi tercih etmez çünkü Semihe Endere Cenke çok kolay bağırıp çağırabilir ama yaşlı diyerek kılıf uydurup kadroya almadığı koskoca Ömer Hüseyin ve Mirsata bu körpe gençlere bağırdığı gibi bas bas bağıramaz.
Bağırsada Sırbistan’daki turnuva gibi geri teper.
Tanjeviçi geçmiş dönemlerdeki takımlarına baktığımda, yaşım itibarı ile üç kez Koraç kupasında final oynayan Stefanel Milano takımından hatırlıyorum.
Takımın yıldız oyuncularından Fucka , Bodiroga ve Gentile gibi yıldız oyuncuların altyapısını kendi vermişti ve onlara istediği gibi hükmediyordu ama Warren Kid gibi değerli bir Amerikalı oyuncuyu da çocuk gibi azarlayınca bir yerde bir kopukluk oluyordu ve 3 kez üst üste gelinen finalde biride Efes Pilsen’e olmak üzere başlar önde ayrılıyorlardı.
Tanjeviçin en büyük başarısı ise İtalya ile yaşanılan Avrupa Şampiyonluğudur…
Orada da yine Fucka ,Meneghin gibi oyuncuları etkisi altına alıp De Pol gibi Mian gibi sınırlı kapasitede olup milli takıma beklide başka bir çalıştırıcının asla almayacağı oyuncular ile başarıya gitmişti.Orada da De Pol ve arkadaşlarına benim sayemde buradasınız mesajını her fırsatta vererek onları kontrol altında tutuyordu.Hatta Pozeco gibi üst düzey bir oyuncuyu kurban ederek bakın isteklerimi yerine getirmeyen yıldız dahi olsa takımımda yeri yok mesajını sağlam bir şekilde vererek takımı Bonora gibi kısıtlı yeteneklere sahip bir oyuncuya teslim etmişti.(sahi bizim milli takımımızın oyun kurucusu Real Madrid takımının oyun kurucusumuydu yoksa sıradan isimlermiydi…)
Tanjeviçin bu sistemi ile hemen her turnuvada elde ettiğimiz en kötü derece 6.lık olur ama biz kadro itibarı ile oyuncularımızın seviyesini göz önüne alarak önümüzdeki 2 Avrupa şampiyonasından en az birinde altını almış, altına ulaşmış olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Kendini göstermek isteyen bu gençler ile sınırlı kapasitesi olan (fatih solak gibi...) oyuncular ile takım olarak gözükmek kolay, oysaki asıl önemli olan ve bizi başarıya götürecek olan yıldız oyuncular ile bunu başarabilmek.
Dünya Şampiyonasında Japonya da ki takımı izlemek tabiî ki hepimizin hoşuna gitti ama önemli olan o takımı yönetmek değil, mühim olan Mirsatlı,Hidayetli,Mehmet Okurlu,İbrahimli,Ersanlı,Serkanlı,Hüseyinli,Ömerli,Kerem Tunçerili kadroyu yönetmek.Yoksa Japonyada ki takımı yönetmek zaten kolay.
Peki, ben sormak istiyorum; Japonya’daki takımın herhangidir organizasyonda şampiyonluk şansı var mıdır?
Bide yukarıdaki isimlerle turnuvaya gitmek var hiç olmazsa bir ümidi olur insanın.
Tanjeviç’in oynattığı sistem asla bizim tarzımıza uyacak bir yapı içerisinde değil, en iyi oynayan oyuncuyu pat diye kenara alıyor, bir daha girdiğinde ise soğumuş oluyor ve ritim bulamıyor. Sırf bu tarzı bile bizim insanımızın dilinden hiçbir şekilde anlamadığını ortaya koyuyor.
Her takım oyun kurucusu kadar konuşur sözüne göre bizim milli takımımız hem sağır hem dilsiz.
Ferasyon’un Tanjeviç’ten önceki en büyük yanlışlığı 2001den beri oyun kurucu eksikliğine rağmen halen bir yabancıyı devşirip oyun kurucu açığını kapatamaması.
Bakın Ruslar bile Amerikalıyı Rus yaptılar.
Slovenler Ariel Mc Donald’ı milli takımların da oynattılar (2001'de bizi yenen takımın oyun kurucusu idi, bende sahada canlı izledim)
Gürcüler eski Ülker’li Shammond Williams’ı oynatıyorlar. İsrailliler yıllardır bu işi yapıyorlar David Sharp her daim milli takımda.
Ruslar Amerikalı oyun kurucu ile şampiyon oldular biz kaldık elimizde altın bir kadro ile sadece bir 2.likte.
Tam da Tanjeviçten acaba kurtulabilir miyiz? Acaba milli takımı bırakır veyahut ta kovulur mu? Düşüncelerini kafamızdan geçirirken bir anda onu Fenerbahçe Ülker Spor basketbol takımında efsane çalıştırıcı Aydın Örs’ün yerinde bulduk. Yani biz ondan kurtulmayı beklerken o içimize daha da girmişti.

İşsiz bir şekilde dolaşırken 2 tane NBA oyuncusu(Memo-Hedo), 2 tane Avrupa’nın en elit oyuncusu(İbrahim-Mirsat), 2 tanede potansiyel NBA oyuncusu(Ersan-Cenk) ve çok iyi bir kadro derinliği olan(Tunçeri-Serkan-Tutku-Ömer-Muratcan-Beşok-Cevher… anti parantez sadece milli takımda olmayanları yazdım) milli takımımızın teklifine balıklama atlayan Tanjeviç ayak oyunları ile Aydın Örsü koltuğundan etti.
Güya İtalya’dan ve İspanya’dan teklifler varmış da oraya gitmesindense Türkiye’de çalışması daha doğru olurmuş milli takımımız açısından.
Şimdi anlayamadığım bazı şeyler var.
Nasıl oluyor da 27 yaşındaki Kerem Tunçeriyi yaşlı diye milli takıma almayan Tanjeviç Keremin yerine milli takıma aldığı Hakan Demireli kupa finalinde Efes Pilsen karşısında 1 dakika bile oynatmazken 37 yaşındaki Damir’i o kadar sahada tutuyor.
Milli takıma almayı uygun bulmadığı bir diğer önemli oyuncu olan Ömer Onan’ı sahada en çok kalan 2. oyuncu olarak görüyoruz ve rakibin en iyi oyuncusunu sahadan silerek şampiyonluğu getiren oyuncu olduğunu görüyoruz. O savunmayı gören herkes keşke milli takımda da olsaydı demiştir herhalde.
Ya Tanjeviçin getirdiği Slovenlere ne demeli maça uzun olanı ile başladı ama maç boyu yine milli takıma almadığı Oğuz Savaş ile oynadı. Euro Leage’de alınan son galibiyetlerde de yine Oğuzun imzası var.
Milli takımı 2010 masalı ile uyutan usta koç Tanjeviç, herhalde Fenerbahçe Ülker’i de 2010 masalı ile uyutamayacağını anlamış olacak ki, doğruları kulübünde tez elden uygulamaya geçmiş…
Aziz Yıldırım başarıyı, her daim kovalayan bir başkan. Tanjeviçte bunun farkında olmalı; kendisi için şampiyon koçunu kovan başkanın eğer sene sonunda takımı şampiyon yapmazsa onu kovacağını çok iyi biliyordur herhalde.
Milli takımda Aydın Örs’ün uzun zamanda yarattığı milli takımı kolayca dağıtan Tanjeviç, Fenerbahçe Ülker takımı ile başarıyı bir an önce yakalamak için hazır olan ve birlikte oynamaya alışmış olan takımı bir arada tuttu. Ömer, İbrahim, Damir, Solomon, Semih, Oğuz, Mirsat birbiri ile oynamaya alışmış bir ekip. (bu oyunculardan Semih ve Solomon hariç hepsi daha önceki yılda yine şampiyon olan Ülker Sporda beraber oynuyorlardı.
Milli takıma gelince benim için bütün oyuncular aynıdır ben yıldız oyuncu bilmem topuda eşit paylaştırırım diyen Tanjeviç, milli takımda koskoca Al Star pivotumuz üzerinden tek bir set hazırlamazken bakıyorum da kulüp takımında tüm ipleri Solomona vermiş bile, üstelik milli takım kendi sahasını 4–5 saniyede geçerken Fenerbahçe Ülker hücuma jet hızı ile başlıyor.


Basketbolumuza çok uzak olan Tanjeviçin basketbolumuza açtığı yaralar elbet bir gün kapanır ama bu yaraların açılmasına vesile olanlar bir an önce uyan salarda daha çabuk yara sarmaya başlasak.





İLKER KESER

HERŞEY GÜZEL OLACAK  

Posted by basketçi

Uleb Cup’da tur heyecanını doya yaşadık. Gecenin başında belki de iki takımımızdan ümidimiz pek yoktu en azından azdı ama her üç takımımız da canla başla mücadele ederek bize güzel bir gece yaşattılar.
Gecenin başlayan ilk maçında Türk Telekom iyi oynadı ama ilk maçtan getirdiği yüksek skorlu mağlubiyet onların elenmesine neden oldu. Aslına bakarsanız turu geçebilecek düzeye geldiler, 2 sefer fark 15–16lı sayılara kadar geldi ama ondan sonra üç sayılık atışlarla farkı gerekli olan 27–28li sayılılara arttırmadıkları gibi üçlükleri rakipten yiyince farklar hep eriyip gitti. Rakip takım bazı yorumcuların dediği gibi toplama takım değil baya baya atletik hızlı oynayan şut sokan ve uzun bir takım. Rusya’da bu doğalgaz dolayısı ile bu paralar oldukça gittikçe çok daha büyük bütçeli ve daha iyi takımlar kurmaya devam edeceklerdir.
Telekom maç boyu baskılı oynayıp farkı bir an önce bulmak istedi ancak gerek üç sayılık atış ve isabet bulamamaları gerekse Khalid El-Amin’in gününde olmaması nedeniyle elenmekten kurtulamadılar.
Beşiktaş Cola Turka-Jerusalem maçında resmen koç faktörünün ne demek olduğunu izledik gördük bir kez daha öğrendik. Sunter belki de haklı olarak bir an önce farkı bulmaya çalışırken Ataman ince ince adeta oya işler gibi rakibi işleye işleye potaya agresif saldırgan yırtıcı girişken bir şekilde hücum ederek rakibi dağıttı. İlginç olan rakip koç oyunun sonunda sahadaki seyirci maçı nasıl izlediyse oda maçı öyle izledi. Bu maç kesinlikle Ataman’ın zaferi olarak tarihe geçecek.
Hapoel Jerusalem’in Amerikalı oyuncusu Jamie Arnold 5 faul alıp çıkınca oldukça rahatladık ve iyice yumuşayan rakip pota altını maden bulmuş gibi çok iyi işledik. Arnold’un yerine giren Noel Felix 4 faule ulaşınca çok korktum; zira o oyundayken takımımız 6ya 4 oynar gibiydi. Adam paso lehimize çalıştı,5 faul alınca gerçekten çok üzüldüm J
Hafta içi futbol maçında gerçek duygularını açığa çıkarıp gollere tribündeki taraftar gibi tezahüratte bulunan başkan Demirören’in bu kadar heyecanlı bir maçta yerinden dahi kıpırdamaması çok ilginçti.Heralde başkanın üzerine fazla gitmişler ve oda bu maçta böyle bir davranış sergiledi.
Son maç aslında diğer maçlara oranla maç öncesi daha rahat bir maç gibi duruyordu ama ilk maçın nerdeyse tam bir kopyası oldu. Hatta bir ara berabere bitecek sandım. Hemen aklıma acaba berabere biterse ne olur deplasmanda daha fazla sayı atan takım kazanır mı falan gibi sorular takıldı.
Murat Özyer yine Ataman gibi rakip koça üstünlük sağladı ve hamle olarak Fransız koçun hep bir adım önünde yer aldı. Cüneyt Erden takımını galibiyete götüren etkenlerin başında geliyordu ama Fatih Solak oynadığı zaman zarfında pota altını adeta kararttı Fransız ekibine.80 dakika basketbol oynayıp sadece bir sayı fark atıp rakibi geçmek şans olarak görülebilir ama durum kesinlikle öyle değil. İki takım 40 maç daha yapsa (ki buna kimsenin sinirleri dayanmaz) her maç aynı bu iki maç gibi biterdi ama hepsinin sonunu oyunu bilen oyuncularımız ve koçumuz sayesinde yine biz alırdık.
Ayhan Şahenk Spor Salonunun çemberleri yapıldığı ilk günden bu yana oldukça sert, atılan şutları hep dışına atıyor. İlk günden bu yana şikâyet edilen potalardan bir an önce kurtulmalı. Zamanın da milli takım Avrupa Şampiyonası elemelerini Ankara da oynayacağı için oyuncuların alışık olduğu Abdi İpekçinin çemberleri geçici olarak Ankara’ya taşınmıştı ve Orhun, Harun, Ufuk, Volkan gibi şutörler alışık oldukları yumuşak çemberlere karşı hiçte yumuşak davranmayarak bizi Avrupa Şampiyonasına taşımışlardı. Çemberin bu kadar önem taşıdığı bir sporda neden bu sert çemberlerden kurtulmazlar bilemiyorum.
Maçın sonunda aklıma birden Delaney Ruud’lu Asvel’in Efes Pilsen’i final four yolundan nasıl elediği geldi ama Allahtan bu sefer bir ara Ülkerde de oynayan Delaney Rudd ayarında bir oyun kurucusu yoktu takımın. Zaten bizim Dee gibi bir oyun kurucuları olsaydı çok üst seviye bir takım olurdu Asvel Villeurbanne.
Gecenin sonunda hem Beşiktaş Cola Turca hem de Galatasaray Cafe Crawn muhteşem seyircilerinin desteği ile çok zorlu turu geçerek ‘’Herşey Çok Güzel Olacak’’ mesajını bizlere verdiler.

İLKER KESER
basketci14@gmail.com

Related Posts with Thumbnails